"Ben küçükken babam arkadaşlarımla birlikte alışveriş merkezine gitmeme izin vermezdi. Bu yüzden arkadaşlarım arasında hep dışlanan bir karakterdim. Yani demek istediğim..."
Karşımdaki sandalyede oturan danışanım bana çokta travmatik olmayan çocukluk travmalarını anlatmaya devam ederken dışardan bakışta onu dikkatle dinliyormuş gibi görünsem de dağılan dikkatimle birlikte sesini artık duymuyor, sadece arka fonda çalan yabancı bir şarkı gibi anlamadan dinliyordum onu.
Son zamanlarda hep böyleydim. Kafam hep dalgındı. Hatta o kadar dalgındı ki kendi kendime bir şey düşünürken bile dalıp gidiyor, ne düşündüğümü unutuveriyordum. Bazen ne düşündüğümü bile hatırlamıyor, durup içine düştüğüm boşluğun içinde öylece kalıveriyordum.
"Doktor hanım? İyi misiniz?"
Değilim. Haftalardır uyku uyumadım çünkü eve gidip tek başıma kaldığım her an ağlıyorum. İçimde kapanması mümkün olmayan bir yara var gibi ve ne yaparsam yapayım acısını görmezden gelemiyorum. Aklımda milyonlarca soru var. Cevaba sahip tek kişi ise tamamen kayıp. Nerede olduğunu bilmiyorum. Nasıl ulaşacağımı bilmiyorum. Yüz yüze gelsek hangi sorudan başlayacağımı da bilmiyorum gerçi. Bazen olduğum yere çöküp bağırarak ağlayasım geliyor. Ama yatağımda kafamı yastığa gömerek yanaklarımdan süzülen sessiz yaşları silmekten başka bir şey yapamıyorum. Zaten benim olmayan birini kaybetmişim gibi acı çektiğimi başkaları görmesin ve bana deliymişim gibi bakmasın diye hayatımın normalini yaşamaya devam ediyorum ama sanırım artık beceremiyorum çünkü bu dalgınlıklarım fazla olmaya başladı. Bir saniye ne diyordum ben? Dalgınlık? Evet bu aralar çok dalgınım. Kafamda dönüp duran çok fazla şey var. Bekle. Bunu düşünmüştüm. Siktir. Başa sardım....
"Evet iyiyim. Afedersiniz. Sizi dinlemiyor gibi göründüysem özür dilerim."
"Dinlemiyor gibi görünüyor değilsiniz. Dinlemiyorsunuz zaten."
"Yok hayır. Gerçekten yanlış anlamışsınız. Ben..."
"İsterseniz başka zaman devam edelim."
Danışanım oturduğu yerden kalkıp eşyalarını toplamaya başlarken ne yapacağımı bilemeyerek telaşla ayağa kalktım.
"Durun. Oturun lütfen..."
"İyi günler size."
Arkasını dönüp kapıyı ardından çarparak kapattı ve gitti. Omuzlarım çökük moralim bozuk bir şekilde ayakta kala kaldım arkasından. Camı açıp aşağı atasım vardı kendimi. Yolunda giden bir şeyler olması bu kadar zor muydu?
Oflayarak kendimi koltuğuma geri bıraktım. Hiçbir şey düşünmek bile istemiyordum artık. Zaten beynim çalışmıyordu bile. Bir şey düşünmeye çalıştıkça zonkluyordu. Her şeyi berbat edip duruyordum sanki. Elimde tuttuğumu sandığım tüm mutluluklar kopan bir kolyenin incileri gibi tek tek kayıp düşüyordu ve benim bir daha asla bulamayacağım yerlere saklanıyordu adeta.
Kısa zamanda bu kadar çok şey kaybetmiş olmanın verdiği stresle başa çıkamıyordum artık. Hem konu sadece o da değildi ki. Sevdiğim adam evliydi!
Evli!
Konuyu her ne kadar kendi içimde ertelemeye, düşünmemeye çalışsam da bir şekilde arkalardan sıyrılıp en öne atlayarak bana kendini hatırlatıyordu. Önemli bir konuydu. En azından benim için.
Sevgilim değildi. Sevgilim olmasını istediğimden de emin değildim zaten. Sadece bana aşkını itiraf etmiş biriydi. Başka biriyle evliyken bana aşkını itiraf etmesi ayrı mesele tabii ki. Burayı düşünmek bile istemiyorum. Ama en azından...