bir kere kaybettim ve o gün kendimden vazgeçtim.

12 1 0
                                    

Çok fazla anlayamadığım şey var, aile denen topluluğun bir parçası olan insanların birbirine bağlılığı gibi, arkadaşlık denen ilişkinin sadakati ve destek vericiliği gibi, kardeş denen can parçasını insanın canından çok sevmesi gibi bir gün tüm bu olguları kafamda oturtabilecek miyim bilmiyorum, sadece tüm bu sosyal ilişkiler gözlerimin dolmasına ve dudaklarımı birbirine bastırmama sebep oluyor.

İnkâr...
Kabul etmemek için canın pahasına direnmek belki de. Tamamen inkâr edilebildin mi diye sorulsa gözlerimi karşımdakinden çeker uzun uzun etrafımdaki nesneleri süzer ve göz pınarlarımda zor tuttuğum yaşlarımı silerdim sanırım.

Zor geliyor.
Neden bilmem, çok zor geliyor. Ne zamandır inkâr ediyorum? Ne zamandır çırpınıyorum? Bunun bir önemi olduğunu sanmıyorum. Bir şeyi değiştirmeyecek öğrensem de bu bilgiyi. Hangi insanları kırdım? Hangi insanları emellerime engel oldukları için paramparça ettim? Ne kadar üzdüm? Sivri dilim kaç kişinin zehrini aldı?
Bu bilginin bir önemi olduğuna inanıyorum.

Üçlemde kalmak...
Vicdanım, duygularım ve aklım üçü de farklı bir durumu savunuyor.
Vicdanım... Kim için mevzubahis ediyor? Benim için mi yoksa kırdığım insanlar için mi? En çok kimin kalbi kırılıyor? Yoksa bu hikayede kalp kırıklığının büyüklüğünün bir önemi yok mu? Vicdanım beni ağlatıyor bazen kendim için bazen annem için.

Duygularım... Karmakarışık, kendim için üzülüyorum. Bu karmaşanın içinde kendi bedenimi tırnak izleriyle buluyorum. Karanlık bir yüz, soğuk bakışlar ıslak gözler aynada beni süzüyor. Ağlıyor ama gülüyor o zamanlar kendimden ve yapabileceklerimden korkuyorum. "Şimdi bizim sıramız"diyor. Biz bunu hak etmedik, bunu hak ediyoruz diyor ama ulaşamıyorum.
Annem için üzülüyorum, biricik kızının kendi içindeki savaşına tanık olamadığı için bilmiyor savaş sonlanmıyor. Böyle olunca annem de savaşın şahitlerinden birine dönüşüyor. Kalbi kırılıyor, kalbim kırılıyor, öfkem artıyor, diniyor; babama karşı kinim büyüyor, sevmeyi hak ettiğini düşünüyorum; babaanneme saygım azalıyor, ona duyduğum merhamet artıyor.
Tek bildiğim bu savaşta annem çok harcanıyor ve ben ne kadar dizginlemeye çalışsam da onu paramparça ediyorum. Hırsım, kinim ve öfkem gözlerimin önünü kaplıyor kırdığım vakitler hak ettiklerine inanıveriyorum. Daha sonra asıl caninin ben olduğumu, gittikçe bir hayduta benzemeye başladığımı fark ediyorum.

Aklım... Ne zamandır aklımı kullanıyorum? Hani en işe yarayacağı zamanlarda kendimi aptal gibi hissettiğim vakitler ne işle meşgul? Neden tüm hatalar yapıldıktan sonra kırmızı alarm verip hayatımı sikmek için çalışmaya başlıyor? Benimle dalga mı geçiyor? Aklım almıyor, sığdıramıyorum neden neden neden? Neden sadece birilerini suçlamak için sebepler arıyorum? Hatanın kendimde olduğunu fark etsem bile iş işten geçmiş oluyor. Çırpınıyorum. Aklımda gezinen o kemirgen düşünceler ömrümden yıllar götürüyor, ruhumdan parçalar süzülüveriyor karanlığa. Kendimi kapkaranlık bir odada yerde bacaklarımı kendime çekmiş halde otururken buluyorum. Utancımı saklamak için kollarımı yüzüme sarmışım. Ne zamandır orada öylece oturuyorum? 4 sene? 6 sene? 8 sene?
Aklımı kaçırmama ramak kaldı. Tek gördüğüm uçuşan "Bu hayatı hak etmedim." " Adil değil." " Kimin suçu?"
" Neden tüm sorumluluklar bana bakıyor?" "  " Hangi günahı işledim?"
" Suçum neydi?" "Annemin günahı neydi?" "Sabırsızım, çok hem de."
"Hayatım bitmedi. "  "İntihar etmeye bile iznim yok. " " O bunu hak ediyor mu?" "Döktüğüm bu gözyaşlarına değiyor mu?" "Neden sadece ağlıyorum kıpırdayamıyorum?"

Tün bildiklerim birbirine karışıyor, aklımı oynatıyorum. Körükleniyorum. Ağlamam şiddetlenip titremelere dönüşüyor.

Hak etmek...

Kibir...
Her zaman bir melek olduğuma inandırılmıştım. Saf bir melek. Melekleri lekeleyebileceğimi bilmiyordum. Onlar biliyor muydu?
Kanatları kırılmış, siyah bir melek. Melekler temizliği, özgürlüğü ve huzuru temsil edip beyaz olmaz mıydı? Ben neden kanatları kesilmiş kendinden başkasını görmediği için rengi siyaha dönmüş bir melek gibi hissediyorum kendimi o zaman?
İçime yerleşen bu kibir ne zamandır benimle? Ne zamandır orada ve ne kadar büyüdü? Bana zarar vermeye ne zaman başladı? İlkokul? Ortaokul? Lise? Üniversite? Yüzüm yanıveriyor. Utancımdan mı yoksa tuzlu gözyaşı hassas cildimi yaktığı için mi belirsiz.
Tek bildiğim annemin gözümün içine bakarak büyüttüğü meleği artık bir melek değil. Hangi melek siyah gözlerle, koyu emellerle karşısına nefret ve kibirle bakar? Elleri bağlı bir melek. Kanadı kırık bir melek.

Ulaşmak...
Nereye? Kime? Neye? Hangi ağacın ucundaki düşmeyen son yaprağa? Hangi mevsimin verdiği huzura? Bir hedefe, bir amaca, bir noktaya, bir isteğe ulaşmak.
İçimdeki bu kötü duygular ve karmaşalar istediklerime uğraşamayacağımı söylüyor. Peki ya hangi istekler? Ne onlar? Benimle de paylaşmalılar? Sonra içimden bir ses yanıt veriyor. "Elinden kayıp gittiğinde ulaşamadığında o isteklerin neler olduğunı söke söke kafana vura vura anlaayacaksın."
Gülmek geçiyor içimden, bu komik olduğundan değil, acınası halime yapacak bir şey olmayışımdan.
İyi erdemlere ulaşmaksa doğru olan, sahip olduğum tüm erdemleri kırılan her bir parçamda paramparça ediyorum. Şu an değil ama zaman geçtikçe pişmanlık hissedeceğim.

Ölümü andı fani
Olmayacağını bile bile
Sınanacağını bile bile
Şimdi değil doğru zamanda
Kalbi sökülürcesine
Pişmanlık içinde
Ağlayacak
Benim canımı al diye yakınarak
O zaman ağzından çıkanı
Kulağı söke söke
Duymak zorunda
Aklı çalışacak
Kabullenecek
O zaman söke söke.

Kendime (Eski Adıyla Sevgiliye) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin