"Perde kapanmıştı, sahnede tek bir oyuncu kalmıştı ve onunda başka repliği yoktu. Son sahne bitmişti, oyun bitmişti.
Oyun sonu."Bazı anlar vardır ki, sona yaklaştığını hissedersin. En sona geldiğini ve bir anda düşeceğini, düşüşünün her şeyi bitireceğini...
Küçükken kolumu kırmıştım. 5-6 yaşlarındaydım, babaannemin cenazesi için Bursa'ya, memleketimize, gitmiştik. Halalarım, amcam, yengem, babam, annem ve hatta benden beş yaş kadar büyük olan halamın kızı bile yoğun bir telaş içerisindeydi. Taziyeye gelecekler için dağıtılacak yemekler ve içecekler hazırlanıyor, ev silinip süpürülüyor, markete gidilip geliniyordu. Herkes evin içinde koşturduğu sırada tek oturan dedemdi, benim dışımda. Normal bir zamanda ziyarete geldiğimizde beni kucağına alıp saatlerce sohbet eden, yaşına rağmen benimle oyun oynayan dedem bu sefer eski neşesinde değildi. Geldiğimizden beri salonun bir köşesine oturmuş, keder dolu bakışlarıyla boşluğu izliyordu. Evde öyle büyük bir kargaşa vardı ki, benim dışımda kimse dedemi fark etmemişti. Böylesine acılı bir günde dedemin yaptığı mı yoksa içeridekilerin büyük kargaşası mı daha normaldi, tartışılırdı.
O gün dedemi gördüğüm en kederli haliydi. Ve o gün için kendime verdiğim söz dedemin başını ağrıtacak bir şey yapmamaktı. Çünkü o an ne yaparsam yapayım, dikkatini dağıtamayacağımın farkındaydım. İçsel bir dürtüyle en iyisinin sorun çıkarmamak ve sessiz kalmak olduğuna karar vermiştim.
Fakat yine de 5 yaşında bir çocuktum ve pekte uslu sayılmazdım. Annemin bütün uyarılarına rağmen dedemin evinin bahçe duvarının üstüne çıkmıştım. Çıkmak ilk başta beni zorlamıştı ama çıktıktan sonra, en tepede gördüğüm manzara "İyi ki çıkmışım!" dedirtmişti. Yüzüme vuran ılık bahar havası ve gözlerimin önündeki küçük kasaba çok hoşuma gitmişti. Zorlanarak da olsa en tepeye çıkmayı başarmış ve zirvede olmanın keyfini çıkartmıştım ancak sonsuza dek zirve de duramazdım. Ya yavaş yavaş kendim inecektim ya da beklenmedik bir anda düşecek ve dibi boylayacaktım.
Tahmin ettiğim gibi de olmuştu, o taştan yüksek duvarın üstünde otururken sona yaklaştığımı hissetmiştim. Bu manzara son kez baktığımı ve düşeceğimi, düşüşümle her şeyin biteceğini ve bu manzarayı bir daha göremeyeceğimi...
Dakikalar sonra duvarın dibindeki dikenlerin arasında, yerdeydim. Kolumda inanılmaz bir acı vardı ama kimseye belli edemezdim. Dedem çok üzgündü, böyle bir günde onu daha fazla üzemezdim.
Taziyeye gelen misafirlerin neredeyse hepsini uğurladığımızda annem muhtemelen ortalığın biraz sakinleşmesiyle yüzümdeki, kollarımdaki ve bacaklarımdaki çizikleri fark etmişti. Endişeyle yanıma gelip ne olduğunu sorduğu sırada ağrıyan koluma dokunduğundan daha fazla kendimi tutamayıp gözyaşlarımı sessizce akıtmıştım. Durumu anlayan annemin babama haber vermesiyle üçümüz arabaya atlayıp hastanenin yolunu tutmuştuk ancak ben yol boyunca annemin öfkeli sesini dinlemiştim.
Günün sonunda bir hayal uğruna her şeyi feda edip düşüşüme rağmen başkalarının üzülmemesi için acımı yaşamazken, bir noktada patlak vermiş ve kendi acımın yanında, yaptıklarımın sonucunu da sırtıma yüklenmiş olmuştum.
Ve fark ediyordum ki 5 yaşında başıma gelen bu olayda hissettiklerimle şuanda hissettiklerim arasında pek bir fark yoktu.
"Ezgi, iyi misin?" dedi Mert meraklı ve endişeli sesiyle. Gözlerimi ona çevirdiğimde baygın bakışlarının altındaki endişeyi hissedip daha çok kahrolmuştum. Aylardır ondan saklandıklarım çok yakın bir zamanda ortaya çıkabilirdi ve ona zarar verebilirdi. Ona zarar vermiş olması da beni daha çok mahvedecek demekti. Tek çıkış yolu vardı, o da mahvolacağımdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELMA TADINDA DÜŞLER
Teen FictionArtık ona çıkan kapılar kapanmak, kapıya koşmaya gücüm tükenmek üzereydi. Arkamda beni destekleyecek herkes toz olup uçmuş, tek başıma mücadele etmek durumunda bırakmıştı. Endişe ve korku kokan gözyaşlarım, kesilen nefeslerim ve tir tir titreyen bed...