"...He's such a charmer..."
♧♧♧♧♧
Scorpius Malfoy göründüğünden farklıydı, Albus'un bunu kavraması çok uzun sürmedi.
Tam bir züppe gibi görünüyordu; zarif, asil ve hatta narin.
Oysa kelimenin tam anlamıyla pisliğin tekiydi.
Öleceğini bilse dahi söylenen hiçbir lafın altında kalmayıp karşılık vermekte ısrar eden bir boşboğazdı, her şeyi parayla halletmeye çalışan kibirli bir tavuskuşuydu ve başını sürekli belaya sokup soyadına sığınmaktan zevk alıyordu.
Tüm profesörleri derin bir deja vu seline sokan o cümlesiyle şımarıklığının koltuklarını kabartıyordu.
"Babam bunu duyacak, Profesör."
Dersleri dinlememesine rağmen çoğu büyüyü hiç zorlanmadan yapması da ayrı bir nefret edilesi özelliğiydi.
Herkesi ve her şeyi küçümsüyordu, ailesinin tümüne vurulan ölümyiyen damgası yüzünden etrafında neredeyse kimse yoktu, eh tek neden ebette bu değildi.
Ukala tavırlarıyla insanları adeta mıknatıs gibi itmesi de cabasıydı.Safkan klanı olmakla gurur duyan ve bunu söyleme cüretine hâlâ sahip olan bir kaç Slytherin'den biriydi üstelik.
Kısacası Albus'un nefret ettiği ne kadar özellik varsa hepsi "Scorpius" adı altında ete kemiğe bürünmüştü.
Ve ikisini birleştirebilen ortak herhangi bir şey yoktu.
Belki Slytherin'e seçilen ilk Potter olmanın ya da pisliğin teki bir Malfoy züppesi olmanın getirdiği mecburi yalnızlık, belki Scorpius'un derslerde yanına oturması ve belki de Albus'un garip esprilerini anlayabilen yegane kişi olması... Ama o kadardı.
Sadece o kadar, Hogwarts'taki ilk aylarında ne tam olarak arkadaş olabiliyorlar ne de arkadaş olmamayı becerebiliyorlardı.
Albus için bu bir ay zaten kabus gibi geçmişti.
Victorie ve Roxanne, Albus'un Slytherin'e seçilmesini gayet olağan karşılamış olmalarına rağmen son sınıflardı; yani tüm zamanlarını SBD'ler için harcamaları gerekiyordu. Diğer kuzenleriyse birden bire hiçliğe kavuştuklarından dolayı Albus'un az da olsa moral bulabileceği sadece iki kişi kalmıştı; Rose ve James.
James'in tepkisi tam bir hüsrandı, görmezden gelme sanatının eşsiz bir icraatı ve yorumlanma biçimiydi. Öyle ki...
Yüzüne bile bakmıyordu.
Tamam, Albus da onunkine bakmıyordu ama konu bu değildi. Ağabey olan James'ti; atılgan olan ve ilk adımı atması gereken de James'ti.
Hiçbirini yapmadı.Eğer dışlanmaktan korkmasaydı Rose büyük ihtimalle yapardı, veya daha ilk haftalarda onlarca arkadaş edinmeseydi Albus'u biraz daha fazla umursayabilirdi.
İşin özeti Albus balkabağı gibi ortada kaldı.
Bir yandan da ona kafayı fena hâlde takmış olan Scorpius'la uğraşmakla meşguldü, iksirde partnerlerdi çünkü ikisinin de başka partneri yoktu, aynı yatakhaneyi paylaşıyorlardı ve sarışın o kadar inatçıydı ki her yerde dibinde bitiyordu.
Ortası yoktu; bir an çok iyi anlaşıp saatlerce beraber takılıyorlar, sonra birbirlerinden nedensizce nefret edip küsüyorlardı. Zaten tuhaf olan ünvanına bu saçma sapan durumlarıyla tüy dikilmesine rağmen manasız gerilimi bitiren yine de Scorpius'tu.
Söz konusu sarışının aradığı fırsat o gün artık boş bulduğu tüm vakitlerde Albus'a dik dik bakmakla oyalanan Daisy Goyle'un taktığı bir çelmeyle ayağına gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Outrunning Karma: The Pathetic Heir of Slytherin
FanfictionAlbus Severus Potter, olmaması gereken her şeydi. Slytherindi; çataldil, ve de bir varis. Sürekli her şeyi batıran çocuk, ailesini yok sayabilmek için kendini de yok sayan çocuk, bu Albus Potter'ın olduğu şeydi. 11 yaşındayken, puslu gri gözler taş...