Sabahın erken saatlerinde yola çıkmıştık. Aç karnım nedeniyle at arabasının her sallanışı midemi mahvediyor, yüzümü ekşiterek memnuniyetsizliğimi belli ediyordum.
Şövalye ise karşımda oturuyor ve göğsünde kollarını bağlamış bir şekilde uyukluyordu. Dün uyumadığından şu an vakit bulmuşken kestiriyordu.
Başı sürekli öne düşüyordu ve kafasını kaldırıp yeniden uyumaya devan ediyordu. Bu haline üzülmüştüm. Uykusunu almış tek kişi bendim. At arabasını kullanan adam da uyuyamadığı için yavaş gidiyor, arada uyukluyor olmalıydı ki atların kontrolünü kaybediyordu.
Yanıma koyduğum çantamdan ufak bir iksir şişesi çıkartıp büyülü sözlerle içindeki sıvıyı aktif hale getirmiştim. Ardından şövalyenin dizine dokunmak için elimi uzatmış, sonradan vazgeçmiştim çünkü dokunmamdan rahatsız olabileceğini düşünmüştüm.
"Şövalye" demiştim yumuşak bir sesle. Yavaşça gözlerini aralayıp sakin ifadesiyle bakmıştı bana. Şişeyi ona uzatmıştım. Bakışları yavaşça uzattığım elimdeki mavi renkli küçük şişeye inmişti.
"Ne bu?" demişti. Uykuluydu sesi ve normalde pek kalın olmasa da şu anki tınısı kulağa beklenmedik gelmişti.
"Uykusuzluğunu gidermesi için"
Elim havada kalmıştı ve bir türlü almıyordu. Bana bakmaya devam ettiğinde şişeyi hafifçe gözünün önünde sallamıştım. Bakışları şişeye kaydığında "Gerek yok" demiş, yeniden gözlerini kapatıp başını eğmişti.
Havada kalan elimi indirip omuz silkmiştim. Belli ki bana güvenmiyordu. Ben de ona bayılmıyordum ama insanlık edip haline üzülmüştüm. Onu bir iksirle durduk yere öldüreceğimi falan düşünüyordu heralde.
Bir şey dememiştim. İksiri çantama geri koymuş, başımı küçük pencereden dışarı çevirmiştim. Uzun bir süre konuşmamıştık. Aslında pek konuşma gereği de duymamıştık çünkü ikimizin konuşabileceği ortak bir konu yoktu. Kavgalar hariç. Fakat kavga edecek havamda değildim. Şövalye de değildi. Hatta uyuklarken bunu düşündüğünden dahi şüpheliydim.
Sadece başının öne düşmesini ve aniden toparlayıp kafasını geriye atışını izliyordum. Aynı şey bir kez daha olduğunda bu sefer kafası düşmesin diye oturduğu yere yayılmış, başını geriye atmadan önce dudaklarını yalayıp birbirine bastırmıştı. Minicik gamzesi bu hareketiyle görünür hale gelmişti.
Gülümsemiştim. İlk defa sevimli bir yanına denk gelmiştim. Bu beni şaşırtmıştı. Böyle bir dangalağın sevimli olabileceği aklımın ucundan dahi geçmemişti.
Onu izlemeyi sürdürmüştüm. İlk defa yüzüne alıcı gözle ve bu kadar uzun süre bakmıştım. Başı bu sefer de yana doğru düştüğünde gülmüş, dayanamadan "Neden inat ediyorsun?" diye sormuştum. Cevap vermemişti.
"Sana zehir vermiyorum. Yani başka zaman olsaydı belki verirdim ama bir görevdeyken yapmam bunu. Kim bilir bir daha ne zaman uyumaya fırsatın olacak"
Çantamdan ufak şişeyi tekrar çıkartmış, yeniden ona uzatmıştım. Gözlerini yavaşça aralamış, baygın bakışları şişeyle benim aramda gidip gelmişti. Yeniden gözlerini kapattığında abartılı bir göz devirmeyle iç geçirmiştim.
"Keyfin bilir" dedikten hemen sonra şişeyi ufak pencereden dışarı atmıştım. Zar zor duyulan bir kırılma sesiyle birlikte kollarımı göğsümde bağlamıştım. Oralı bile olmamıştı. Kendi kendime köpürmüştüm.
Yine sessiz geçmişti saatlerim. Şövalye karşımda saatlerce uyuklamıştı. Ben de öylece geçip giden yolu izlemiştim. Bir süre sonra araba aniden durmuş, Şövalye anında uyanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gainst •taekook•
FantasíaBir bütün olmak yerine işleyiş, sizi ikiye böler. İyi ve kötü, doğru ya da yanlış. Lakin neyin doğru olduğuna çoğunluğun karar verdiği bir evrende, savunulanın doğru olup olmadığını hangi cesur yürek söyleyecek? [Feminen Taehyung içermektedir]