"Bu saatte neden geldin? Birazdan derse gideceğim."
Şövalye, hizmet ettiği genç Prensin kapısının önünde beklerken "Çekil de gireyim." demişti zar zor çıkan sesiyle.
Genç Prens, kaşlarını çatsa da bir tuhaflık sezdiğinden sorgulamayıp kapıyı şövalyenin geçmesi için aralamıştı.
"Sorun ne?" demişti ilgili sesiyle. "Taehyungla tartıştınız mı? İyi görünmüyorsun." kapıyı kapatıp Şövalyeye yaklaştığında "Hoseok'u çağır gelsin." demişti Prense bakmadan. Büyük yatağa oturup titreyen dizlerine tutunmuştu.
Jimin ise kaşlarını merakla kaldırıp "Neden?" diye sormuştu. Şövalye sabrının son sınırında olduğundan "Çağır Jimin!" diye bağırmış, sarışın oğlanı korkuyla yerinden zıplatmıştı.
Acısı öyle fazlaydı ki artık dayanamıyordu. Buraya kadar zar zor gelmişti. Daha fazla acıyı bedeni kaldıramıyordu. Jimin, Ağabeyinin ona bu ses tonuyla bağırmasına üzülse de bir şey söylemeyip Hoseok'u çağırmak için kullandığı boynundaki altın kolyeyi ufak bir 'çıt' sesi çıkacak şekilde çevirmişti.
Kolye turuncu bir renkle parlamaya ve titremeye başladığında saniyeler sonra bir portal açılmıştı. Hoseok, portaldan geçtiğinde onun da bileğinde aynı figürü taşıyan bilekliğinin parladığını görmüştü Şövalye. Demek birbirlerinden böyle haberdar oluyorlardı.
Hoseok ağzını açmış Jimin'e ne olduğunu soracakken Şövalyeyi görmesiyle afallamıştı. Kendisini henüz iki gün önce ruhluk okyanusunda görmüştü.
"Çağırdım işte ne diyeceksin? Çıkmamı isteyeceksen eğer çıkmıyorum. Ona bağıracaksan burada olacağım."
Jimin sinirle bağırdığında Jeongguk oralı bile olmadan zırhını çıkarmaya başlamıştı. Her hareketinde canı daha çok yanıyordu ve bu da yüzünü buruşturmasına sebep oluyordu.
"Birazdan göreceklerinizi Taehyung'a söylerseniz ikinizi de dünyadan silerim." demişti Jeongguk. İki adam da sus pus olmuş karşılarında soyunan Jeongguk'a bakarken burunlarına dolan keskin kan kokusuyla afallamışlardı.
Jeongguk üst bedenindeki zırhtan kurtulduğunda üzerine yapışmış kumaş parçasının tamamen kanla kaplandığını görmüşlerdi.
Jimin tiz bir çığlıkla ağzını kapatmıştı. Gözleri görüşünü bozacak çekilde buğulandığında "Nasıl oldu bu!" demişti çatlayan sesiyle. Hoseok ise şövalye üzerindeki kumaş parçasını çıkarır çıkarmaz neden bu hale geldiğini anlamıştı.
Karnında, sırtında ve göğsünde derin kırbaç izleri vardı. Kralın hazinesinden bir şey çalmanın bedelini Jeongguk üstlenmişti. Hoseok onun 'Tüm sorumluluğu ben alacağım' derken ciddi olduğunu düşünmemişti fakat gözüyle gördükleri bu adamın, arkadaşı için nelere katlanacağını ona çok iyi göstermişti.
Lanet bir inci yüzük için bedeninde onlarca yara açtırmıştı. Sırf Taehyung o yüzüğü istiyor ve ona sahip olunca mutlu olacak diye acılar içinde kalmıştı.
"Hoseok, başka kimseden beni iyileştirmesini isteyemem. Taehyung bunu asla öğrenmeyecek" diyerek kendini tekrarlamıştı Jeongguk. Hoseok ise hala yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atamazken kendisine ciddiyetle bakan adama karşı belli belirsiz kafasını sallamıştı. "Söylemeyeceğim" demişti fısıltıdan farksız çıkan sesiyle.
Genç Prens hıçkırıkları arasında ağlarken Hoseok karşısındaki bedene yaklaşmıştı. Acısı nedeniyle dişlerini sıkıyordu Şövalye. Yüzünden boncuk boncuk terler akıyor, dudakları kaybettiği kan nedeniyle morarıyordu. Gözmerinin feri dahi gitmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gainst •taekook•
FantasyBir bütün olmak yerine işleyiş, sizi ikiye böler. İyi ve kötü, doğru ya da yanlış. Lakin neyin doğru olduğuna çoğunluğun karar verdiği bir evrende, savunulanın doğru olup olmadığını hangi cesur yürek söyleyecek? [Feminen Taehyung içermektedir]