Bölüm müziği - Dinle beni bi' (Yüzyüzeyken konuşuruz)
Selamlarr <3 <3
Yaz tatili neredeyse bitti ve biz kitabın neredeyse sonundayız🥲🥲
Ayrıca bu gün dördüncü ay dönümümüz😍😍
Zaman gerçekten çok çabuk geçiyor.Sizi fazla tutmadan güzel bir bölümle baş başa bırakıyoruum☺️☺️
Keyifli okumalar dilerimm ❤️❤️
Yorumlarınızı ve eleştirilerinizi bekliyorum ☺️🥰*Bazen yangın içimize sıçrar ve orada büyür, söndüremeyiz.*
~İLK KANATLI GECE - 1. Kısım~
(Yıl: 1997)
Aradan dört yıl geçti. Kenan'ın kendini apaçık gördüğü ama bunun sonucunda bir hafta okul harici evden çıkamadığı o günün üstünden tam dört yıl geçti. Mahalle maçını ısrarlarla evden çıkabileceği güne erteletmiş ve takımını kazandırarak buna değmesini sağlamıştı. Bu maçtan önce başka bir ilçeye taşınan Berat ve ailesi ise artık kimse için bir şey ifade etmiyordu. Gidişlerinin pek çok iyi yanından biri Kenan'ın mahalle takımının kaptanı olmasıydı. Ayrıca Kenan'ın çevresi genişlemiş ve saygınlığı oldukça artmıştı. Bunun en güçlü sebebi o günden sonra hiç kimseye el kaldırmadan, kavgaya bulaşmadan birilerine haddini bildirmeyi öğrenmiş olmasıydı.
Bu dört yılda Asel'in mektupları oldukça seyrekleşmiş, yılda en fazla üç kez gelmeye başlamıştı. Yine de Kenan beklemekten şikayet etmiyor ve hâlâ şiirlerden oluşan iletişimleri devam ediyordu. Onların bu hâli uzak olsalar da aralarındaki bağın güçlenmesini sağlıyordu.Güzel bir yaz tatilinde Kenan ve Aren mahallenin alt tarafindaki sahanın yanına yeni yapılmış parka gitmişler ve evde canı sıkılmasın diye annelerini de götürmüşlerdi. Aren arkadaşlarıyla birlikte müthiş bir enerjiyle oradan oraya koşuştururken Kenan yine bir antrenman maçının ortasındaydı. Bu kez karşı taraf oldukça iyi oynuyordu. Yine de bizimkilerin eline su dökemezlerdi. Maçın ilk yarısı bittiğinde 1-1 berabere bir skor söz konusuydu. Eylül sahanın etrafındaki banklardan birinde oturup Kenan'ı izliyor, yanında oturan kadınla ara sıra konuşarak maçla ilgili yorum yapıyor ve iyi olduğuna emin olmak ister gibi sürekli Aren'i kontrol ediyordu.
Maçın ikinci yarısında ortalık kızışmaya başlamıştı. Aren de dahil olmak üzere parktaki pek çok çocuk oyunlarını bırakmış maçı izliyordu. Top, bir kaleden diğerine, bir oyuncudan ötekine savrulurken birden kendini Kenan'ın ayakları arasında buldu. Kenan üçüncü golünü de atacak gibi duruyordu. Topu çalımlarla kaleye doğru sürdü ve yaptığı atışla top, falso alarak kaleyi resmen damgaladı. Tribün niteliğindeki banklarda oturan kişilerden gelen "Aslanım benim be!" ve "Yürü be koçum! Helal sana!" tezahüratları yükselirken Kenan'ın gözleri onu ayakta alkışlayan annesi ve kardeşini buldu. Yüzlerindeki paha biçilemez gurur ifadesini görünce mutluluğu daha da artıyordu.
3-1 biten çekişmeli maç sonrası herkes dağılmaya başlamıştı. İki takım da birbirlerini tebrik ettikten sonra sahadan çıktılar. Kenan ve takımı maç hakkında konuşarak ve gülüşerek yürüyor, Eylül yanındaki kadınla vedalaşıp eve gitmeye hazırlanıyor ve Aren arkadaşlarıyla biraz daha oynamak için annesine ısrar ediyordu. Eylül parkta daha fazla kalamazdı çünkü yemek yapması gerekiyordu. Bu yüzden Kenan'a, Aren'e bakmasını ve geç olmadan eve gelmeleri gerektiğini söyledi. Eylül tam parkın çıkışına doğru ilerlerken nefes nefese ona doğru gelen Efe'yi gördü. Efe, Eylül'ün yanında durup biraz soluklanırken Kenan ve Aren de yanlarına gitti:
- Efe, ne oldu oğlum, ne bu halin? Neden koşuyorsun?
- Eylül Abla...
- Ne oldu? Oğlum kötü bir şey mi oldu? Ali iyi mi?
- Sakin ol ama... Fabrika...
- Ne oldu fabrikada? Efe korkutma beni! Söyle, ne oldu?
- Fabrikada... Yangın çıkmış Eylül Abla.
- Ali!
Eylül'ün eli ayağı boşandı bir anda. Gözünden damla damla süzülmeye başlayan yaşlar bu haberin onun canını ne kadar yaktığını fısıldıyor gibiydi. Efe düşmesin diye Eylül'ün kollarını sıkıca kavradı ve yakındaki bir banka oturmasına yardım etti. Eylül hızlı soluklarla etrafına bakarken Aren ve Kenan anın şokunu atlatıp annelerinin yanına gittiler. Efe, Eylül'ü sakinleştirmek ister gibi bakıyor, arada "sakin ol, tamam" gibi fısıltılarla onu yatıştırmaya çalışıyordu. O an üçünün de yüzündeki tek ifade dehşetti. Neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Canlarının bir parçası, yanan bir binadaydı. Ne haldeydi, nasıldı, yaşıyor muydu, haberleri bile yoktu. Dakikalar içinde akıllarında beliren türlü düşünceler ve kalplerinde hissettikleri ağır yumru onları yiyip bitiriyordu.
Eylül biraz olsun sakinleşmiş ve Aren olanları kavramaya çalışırken Kenan birkaç adım uzaklaştı. Efe de yanına gelince dolmuş gözleri ve titreyen sesiyle fısıldayarak:
- Babamdan... Haber var mı? Yaşıyor. Yaşıyordur... Değil mi?
- İş arkadaşı Ayaz Amca... Ali Abi'nin çalıştığı bölümdeki bir makinenin... Üç kişi çıkarıldı şimdiye kadar. İkisi ölü, biri yoğun bakımda. Henüz Ali Abiden haber yok.
- Gidelim. B-babam... Yanına gidelim Efe Abi lütfen!
- Kenan, zor biliyorum ama sakin olmalısın abicim. İtfaiye, ambulans hatta AKUT bile orada. Onlar gerekeni yapıyorlar. Bizim oraya gitmemizin kimseye bir faydası olmayacak, sen de biliyorsun. Şimdi... Anneni ve Aren'i de alıp eve geçelim. Ben de yanınızda olacağım. Sakin olun, bir şey olmayacak. Hem, Asil orada zaten, haber bekliyor. En ufak bir gelişmede haber verir bize, merak etme. Ali Abim güçlüdür, oradan sağ salim çıkacak Allah'ın izniyle.
- Evet... Çıkacak. Aren, gel gülüm, eve geçelim. Anne hadi sen de kalk ayağa.
- Oğlum...
- Efe Abi haklı, babam oradan sağ salim çıkacak. Biz de onu beklerken güzel bir yemek hazırlayalım, hadi gelin.
Kenan gözünden akan birkaç damla yaşı gizleyerek ve ailesinin yanında güçlü durmaya çalışarak eve doğru ilerlemeye başladı. On yaşındaki kardeşinin elini, annesinin kolunu destek olmak ister gibi tutarak on dakika boyunca yürüdüler. Üçü de endişeden hiçbir şey düşünecek halde değildi fakat yapılacak en iyi şey Kenan'ın dediği gibi eve gidip Ali'nin iyi olmasını ummak, haber beklemekti. Kenan her ne kadar sakin kalmaya ve belli etmemeye çalışsa da aklında ve kalbinde fırtınalar vardı. Aren ve Eylülse güçlü kalacak durumda değillerdi. Bu haber en çok onlar için yıkıcı olmuştu ve sadece Ali'yi tekrar görebilmek istiyorlardı.
Nihayet eve vardıklarında hepsi salonda önlerine gelen ilk yere oturdular. Efe buzdolabındaki sürahiyi aldı ve hepsine birer bardak su doldurdu. Su içmek az da olsa iyi gelmişti ama yüreklerini söndürmeye yetmemişti. Kenan, gözlerini yerdeki desenli, krem rengi halının çizgileri üzerinde gezdirirken amaçsızca ellerini çıtlatıyor ve dizlerini istemsizce titretiyordu. Annesi hâlâ gözündeki yaşların akmasına izin verirken Aren onu bile yapamıyordu. En sabırsız, endişeli ve korkan kişi Aren'di aslında. Öyle bir duyguyla boğuşuyordu ki içinde tek bir tepkisi, fikri veya göz kırpmak ve nefes almak dışında herhangi bir yaşam emaresi olmadan sadece öylece oturabiliyordu. Tepkisizdi. Dünyadan kopmuştu. Efe ise her birini tek tek süzerek gerçekten o kötü haberi alırsa ne yapacaklarını, onlara nasıl yardım eli uzatabileceğini düşünüyordu. Çünkü o an o odadaki üç kişi ona Ali Abisinin, en zor zamanlarında babasının yerine ona kol kanat germiş o güzel adamın, emaneti olacaktı.
Evdeki çığlıklar kopan sessiz ve gergin ortamı bölen o sesti. Telefonun çalışı... Bir... İki... Üç... Herkesin gözü, titreyen kahverengi cihazın üzerindeydi. O telefon açılınca ya kıyametleri kopacak ya da dünyalarındaki olmazsa olmaz o koca çınarın hâlâ ayakta olduğu öğrenilecekti. Eylül'ün nutku tutulmuştu, Kenan alacağı haberden ölesiye korkuyordu ve Aren o sesin içinde kaybolmuş, aklındaki cümlelerle boğuşuyordu. Sonunda o telefonu titreyen elleriyle açan Efe oldu. Yüzünde duyduğu şeyin etkisiyle ani bir tepki belirir de onları daha çok korkutur diye arkasını döndü. Burnunu çekti ve zoraki konuşmaya başladı: "Alo... A-Asil sen misin? Evet. Ne? Nerede? Tamam. Görüşürüz..." Ve kapattı. Bir dakika bile sürmeyen bir telefon görüşmesi... Odada haber bekleyen üç acılı yürek... Ve onlara olanları söylemek zorunda olan o kişi...
Efe gözünden akan iki damla yaşı silip arkasını döndü. Başını kaldırıp derin bir nefes aldı ve ona bakan üç çift meraklı göze bakarak kesik bir gülümsemeyle nefes verdi. "Bulmuşlar." dedi titreyen sesiyle. Kafasını evet anlamında salladı ve tekrarladı:
- Bulmuşlar. Ali Abi'yi bulmuşlar!
- Yaşıyor, değil mi?
- Yaşıyor. Hastanedeymiş.
- İ-iyi mi peki?
- Bir çeşit gaz zehirlenmesi olmuş. Ama doktorlar ellerinden geleni yapıyorlarmış. İyi olacak. Ali Abim yaşıyor ve iyi olacak.
- Hadi çocuklar. Hadi, hazırlanın, hastaneye gidiyoruz.
Eylül apar topar çantasını alıp çıkarken Aren ve Kenan da en az onun kadar hızlı olmaya çalışıyorlardı. Bir umutları vardı. Ali yaşıyordu! Eminlerdi, hastaneden de sağ salim çıkacaktı. Çünkü o, onları asla bırakmazdı. Bu öyle büyük bir şeydi ki aslında... Ali onları bırakmıyordu. Solukları kesilmeyecek, nabzı atmaya devam edecekti. Onları ne daha mutlu edebilirdi ki?
Dört kişi hızla sokağa çıkıp gördükleri ilk taksiye bindiler. Yirmi dakikalık bir yolculuğun ardından hastaneye varmışlardı. Eylül parayı öder ödemez koşar adım hastaneye girip Ali'nin olduğu odayı buldular. Asil odanın önünde endişeyle dönüp duruyordu. Ayak seslerini duyunca geldikleri yöne döndü ve hızlıca yanlarına gitti. Eylül nefes nefese:
- Nerede? Onu... Onu görebilecek miyiz? Asil, oğlum... Bir haber var mı? Çıktı mı odadan?
- Sakin ol Eylül Abla. Daha çıkmadı. Görmemize de şimdilik izin vermiyorlar. Bazı yerlerinde yanıklar var. İlkyardım yapılmış ve yarım saattir oksijen veriliyor. Ama henüz uyanmadı. On dakika önce... Hemşire bir doktor çağırdı. Dediklerine göre... Çoktan uyanması gerekiyormuş.
- N-nasıl yani? Uyanması gerekiyormuş derken? Ters giden... Bir şey mi var?
- Ben de tam bilmiyorum. Doktor çıkınc-
- Orada! Doktor bey! Pardon! Doktor bey bakar mısınız? Kocamın durumu nasıl? İ-iyi olacak mı? Uyandı mı?
- Hanımefendi sakin olun lütfen. Kocanız kim? Adını söylerseni-
- Ali Özkan.
- Hmm... Yangından çıkınca bilinci tam olarak yerinde değildi. Gaz zehirlenmesi olduğunu düşünerek bir ilkyardım yapmışlar. Buraya gelene kadar stabil kalmış ama...
- Ama ne?
- Buraya geldikten sonra bilinci tamamen kapandı. Ne olduğunu anlamak için kan tahlili yaptırdık. Sonuçlar az önce çıktı. İyi haber, gaz zehirlenmesi durumunu ortadan kaldırmayı başarmışız. Ama sanırım yangın sırasında... Bir şekilde ciğerlerine tetenoz bulaşmış. Çok geçmeden ameliyata alacağız. Ama açık söylemem gerekirse... Bu gibi durumlarda her şeye hazırlıklı olmakta fayda var. Umarım geç olmadan yetişebiliriz. Elimizden geleni yapacağız.
- Teşekkür ederiz.
Eylül göğsünün tam ortasında derin bir sızlama hissetti. Kalbindeki her şey bir anda yerle bir olmuş, umut namına hiçbir şey kalmamıştı. Bu duydukları yalnızca kalbine değil vücuduna da ağır gelmeye başlamış, bacakları onu taşıyamaz olmuştu. Başı döndü ve ayakta durmaya çalışırken Efe'nin kolunu tuttu. Efe, iki eliyle onun kollarını nazikçe tutup arkadaki sandalyelerden birine oturmasına yardım etti. Aynı zamanda olayların farkında olan Aren, annesinden çok da farklı değildi. O da nefes alamıyor, ağzını açıp tek kelime edemiyor, ayakta bile zar zor duruyordu. Kenan onun bu durumunu fark eder etmez kardeşine destek olarak onu da bir sandalyeye oturttuktan sonra yanına oturdu. Kafasını arkadaki duvara yasladı ve boğazındaki düğüm yutkunmasını engellerken burnunu çekti. İnatla gözünden akmak isteyen yaşlara hakim olmaya çalışıyordu. Kolunu kardeşinin omzuna koyarak başını göğsüne yasladı. Ona bir şekilde destek olmak istiyordu. Onun da canı acıyordu ama o an Aren'in ona ondan çok ihtiyacı vardı. Aren sessizliğini bozdu ve gözyaşları arasından dudaklarını araladı:
- Bu gün doğum günüydü.
- Biliyorum...
- Annem akşama domates çorbası yapacaktı onun için.
- Patronu erken çıkmasına izin vermişti.
- Abi... Kurtulacak... Değil mi?
- Kurtulacak tabi. Sence o bizi yalnız bırakır mı hiç?
- Ya bırakmak zorunda kalırsa...
- Bırakmayacak. Bize verdiği sözü unuttun mu yoksa? Sen daha iki yaşındayken bir ormana gezmeye gitmiştik, hatırlıyor musun?
- Evet...
- Sen bir sincabın peşine takılmıştın. Ben de senin arkandan gelmiştim. Sonra ayağın takılıp düşmüştün de o zaman anlamıştık kaybolduğumuzu.
- Çok korkmuştum ve canım acımıştı. Ağlamış mıydım?
- Ağlamıştın. Ama dizinin acısından değil, babamları kaybettiğimiz için. Onları bir daha bulamayacağımızı düşündüğün için... Bir süre bekledik öylece.
- Sonra babam... Bizi buldu.
- Ve bir söz verdi.
- Bir daha birbirimizi kaybetmeyeceğiz dedi, söz.
- İşte o yüzden, şimdi de birbirimizi kaybetmeyeceğiz. Babam uyanacak ve sonra eve gidip doğum gününü kutlayacağız. Hatta... Uyanır uyanmaz kutlayalım mı?
- Ne? Burada mı?
- Evet, burada! Uyanınca birden ortaya çıkalım!
- Hahaha... Sonra adamın yüreğine insin.
- Tamam, alıştıra alıştıra ortaya çıkalım. Ama bu bizim özel sürprizimiz olsun. Kimseye anlatmak yok, anlaştık mı?
- Anlaştık!
Kenan'ın ve Aren'in göz yaşları ufak tebessümlerine karışırken Aren başını iyice abisinin omzuna yasladı. Kenan da eliyle Aren'in omzunu hafifçe okşadı ve saçlarına küçük bir öpücük kondurdu. Her zaman olduğu gibi birbirlerinin yanında olduklarını hem birbirlerine hem de hayatlarına hissettirdiler. Yaşıyor oldukları şey onların bu zamana kadar gördüğü en ağır şeydi ve bunu nasıl atlatacaklarını veya atlatıp atlatamayacaklarını bilmiyorlardı. Ama yapabilecekleri en iyi şeyi yapıyor ve birbirlerine destek oluyorlardı. Çünkü bu, tutunabilecekleri tek daldı.
__________🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺
Canlarımın canından can giderken benim canım nasıl yanmasın 🥺
Bu bölüm gerçekten tokat gibi çarptı bir anda
Ne oluyoruz ya hani Kenan maç kazanmıştı, takım kaptanı olmuştu, her şey iyiydi dedik, değil mi?
Hep söylerim, yine söylüyorum; hayatta hiçbir zaman her şey iyi veya her şey kötü olmaz. Bu yüzden aslında karşımıza çıkan küçük şeylere sevinerek iyi şeyleri en kötü anlarımızda bile görebilmeliyiz. O zaman karşımıza çıkan kötü şeylere gerçekten direnmiş oluruz.Bu bölümden sonra arayı fazla açmamaya çalışacağım. Ama yine de biraz daha bekleteceğim sanırımmm🤗🤗🤗
Umarım bölümü beğenmişsinizdir ❤️❤️❤️
Yorum ve eleştirilerinizi bekliyorummm💝💝💝
Kendinize iyi bakın, okuduğunuz için çok teşekkür ederimmm 😍😍😍
Görüşmek üzereee💗💗💗
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANATLI GECE - Son Işık
Ficción GeneralHiçbir şeyi bitirmeyen aksine başlatan sonlar vardır. Bu sonları görebilenler ise Kanatlı Gece'yi yaşamış kişilerdir. Çünkü bu gece son ile başlar. Biz bu gecelerde yıllar geçirdik. Peki sizin Kanatlı Gece'yi yaşamaya cesaretiniz var mı? (Not: Bu k...