4. Bölüm (II. Kısım)

27 16 2
                                    

Bölüm müziği - Let Me Down Slowly
(Alec Benjamin)

Selamlarrr<3<3
Nasılsınızz
Son bölümün fırtınası devam ediyorrr🥲🥲🥲

Bu sefer konuşmayı uzatmayacağım ☺️☺️☺️
Birlikte yaşayacağımız ilk Kanatlı Gece bizi bekliyorr🥺🥲🙃
Keyifli okumalar dilerimmm 💖💖💖

Bu sefer konuşmayı uzatmayacağım ☺️☺️☺️Birlikte yaşayacağımız ilk Kanatlı Gece bizi bekliyorr🥺🥲🙃Keyifli okumalar dilerimmm 💖💖💖

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


~İLK KANATLI GECE - 2. Kısım~

Karşısındaki kişiye bakakalmış hayal kırıklığı dolu gözleri eşliğinde derin ve hüzünlü bir nefes verdi. Karşısındaki bunun sebeplerini çok iyi biliyordu bu yüzden üstüne alınmamıştı. Ama artık onun ölü gibi yaşamasına izin veresi yoktu. Dünyanın farkına varmasının vaktinin çoktan geldiğini düşünüyordu. Olabildiğince enerjik çıkarmaya çalıştığı kalın ama bir o kadar sevecen sesiyle:
- Ne o Kenan, eski dostunu içeri almayacak mısın?
Kenan sesini çıkarmadan eliyle onu içeri buyur etti. İçeri girdiğinde kapıyı kapattı ve üzerinde ölmeye kararlı olduğu kanepeye uzandı. Gelen kişinin elleri yine doluydu. Kenan'ın yemek yapacak isteği olmadığını bildiği için hazır gıdalar almayı tercih etmişti. Konserve ve atıştırmalık dolu poşetleri tozlu sehpanın üzerine bıraktı ve masanın yanındaki sandalyelerden birine oturdu. Kızıl koltuk boştu ama oraya oturmasına izin olmadığını çok iyi biliyordu. Arkadaşının bu durumu canını yaksa da daha kötüsü olmadığı için şükrediyordu. Özellikle de tek bir yara uğruna bedenini yakmak yerine o yaranın canını yakmasına izin verdiği için şükrediyordu.
~~~~~~~~

   Saatler sonra gelen doktoru fark ettiklerinde oldukça mayışmış olduklarını anladılar. Kendilerine gelir gelmez doktorla konuşmaya başlamış Efe'nin yanına gittiler. Doktor, onların geldiğini görünce sustu ve Efe "Siz annenizin yanında kalın, biz konuşup geliyoruz." dedi. Kenan ve Aren istemeye istemeye annelerinin yanında beklemeyi kabul ettiler.
   Eylül ağlamaktan gözleri kızarmış şekilde, teslim olmuşçasına karşısındaki duvarı izliyordu. Çocuklarının iki yanına oturduklarını görünce hiç belli olmuyormuş gibi göz yaşlarını saklamaya çalıştı. Ama başaramadığını o da biliyordu. Perişan haldeydi ve bunu saklayacak kadar güçlü değildi. Yine de sakin olmaya çalışıyordu:
- Çocuklar... Siz mi geldiniz?
- Anne, sen... İyi misin? Biraz uyusaydın keşke. Gözlerin kıpkırmızı olmuş.
- Yok oğlum, iyiyim. Asıl siz uyusaydınız keşke. Saat bir olmuş neredeyse.
- Bir değil anne, saat daha on iki bile olmadı. Hem, uyuduk biz biraz.
- Evet anne, biz iyiyiz, uyuduk. Sen de uyu. Abim haklı, çok yorgun görünüyorsun.
- İyiyim ben. Efe nerede?
- Doktorla konuşuyor. Bizim ne olduğunu duymamıza izin vermedi, buraya gönderdi.
- İyi yapmış. Size bir oda bulalım da uyuyun, dinlenin.
- Ben iyiyim de Aren için bir yer bulsak iyi olu-
- Geliyor!
- Efe! Efe, oğlum, ne olmuş? Ne dedi doktor?
- Ameliyat bitmiş.
- Ee, iyi miymiş?
- Efe Abi, sen... Neden bu kadar-
- Eylül Abla... Sen iki dakika benimle gelsene.
- Efe Abi! Bir şey mi-
- Kenan, sen hemşireye söyle size bir oda versinler. Uyuyun.
- Ama-
- Kenan hadi abicim, dediğimi yap.
    Kenan siniri bozulmuş şekilde Efe'nin dediğini yaptı ve bir refakatçi odası istedi. Aren'le birlikte odaya girdikten sonra Efe'ye söylemek isteyip söyleyemediği şeyler ortaya çıktı:
- Biz onun çocukları değil miyiz? Bizim de hakkımız ne olduğunu öğrenmek! Meraktan delireceğim burada!
- Abi durum... Gayet açık... Değil mi zaten?
- Aren... Sen... Ağlıyor musun?
- Bize söylemiyorlar baksana! Kesin kötü bir şey oldu. Belki de öl-
- Şşş... Öyle bir şey olmadı, olmayacak.
- Ya olduysa? Ya gittiyse? Ya... Birbirimizi kaybettiysek?
- Emin olamayız Aren. Belki söylememelerinin başka bir sebebi vardır. Haber almadan emin olamayız.
    Kenan bunları söylerken aynı zamanda dizlerinin üzerinde, ellerini Aren'in yanaklarına koymuş göz yaşlarını siliyordu. Kurduğu son cümleden sonra kaşları çatıldı ve koşar adım odadan çıktı. Aren ona ancak koşarak yetişebildi ve aralarındaki mesafe iyice kısaldığında abisinin kolunu tutup durdurdu. "Abi, nereye gidiyorsun? Bi' sakin ol!" dedi yalvarırcasına. Kenan; öfke, hüzün ve endişe duygularını aynı anda yaşadığını belli eden sesiyle " Haber almaya! Sen odaya git." dedi. Ama Aren inatçı tavrıyla " Dediğin gibi, biz onun çocuklarıyız! Ben de geliyorum!" dedikten sonra abisinin önüne geçip yürümeye başladı. Kenan da peşinden hızla ilerlediği sırada ikisini de aniden durduran bir şey gördüler. İkisinin de kanı donmuş, ikisi de bakakalmıştı. Bu... Bu oydu... Ne hâle gelmişti böyle? Tam karşılarındaki odada, makinelere bağlı şekilde yatıyordu. Yüzünde tek bir çizik bile yoktu ama kolunun büyük bölümü beyaz bir bezle sarılıydı. Odanın camından gördükleri bu manzara ikisinin de gözlerinden yaş akmasına sebep olmuştu. Babalarını ilk defa bu halde görüyorlardı. Hatta daha önce hastalanıp yatağa düştüğüne bile doğru dürüst şahit olmamışlardı.
   Ağır adımlarla o yöne doğru yürüdüklerinde içeride ağlayarak babalarıyla konuşan annelerini, dışarıda hüzünlü ve düşünceli gözüken Asil ve Efe Abilerini gördüler. Onların geldiğini ilk fark eden Asil olmuştu. Kısa süren şaşkınlığının ardından Efe'nin kolunu dürterek başıyla onların olduğu tarafı işaret etti. Efe kendini toparladı ve biraz kızgın görünmeye çalışarak yanlarına gitti. Durdu ve derin bir nefes aldıktan sonra şöyle dedi:
- Sizin burada ne işiniz var? Ben size gidip uyuyun demedim mi?
- Bizim de ne olduğunu bilmeye hakkımız var!
- Efe Abi, zaten sessiz kalarak her şeyi belli ettiniz. Gittiğini biliyoruz.
    Efe'nin sert görünme çabası yerini çaresiz bir hüzne bırakırken derin bir nefes aldı ve boğazındaki yumruyla birlikte konuşmaya başladı:
- Kenan, Aren... Ali Abi... Gitmedi. Hâlâ bizimle, hâlâ bizi duyuyor. Ama... Söylediklerine göre... Uzun sürmeyecekmiş. Size hazır olduğumuzda söyleyecektik. Ne diyeceğimi, nasıl diyeceğimi bilmediğim için sustum.
- Peki... Onu... Biz de görebilecek miyiz?
- Bu size iyi gelir mi bilmiyorum. Her an... Gidebilir. Ben... Bu riski alamam.
- Efe Abi lütfen... Lütfen babamı son kez görmeme izin ver. Vedalaşmama... İzin ver... Lütfen... Lütfen...
    Aren ağlayarak yalvarırken Efe'nin de Kenan'ın da gözünden uzun süredir taşıdıkları yaşlar bir bir boşalmaya başlamıştı. Kenan Aren'e sarılıp saçını okşayarak onu sakinleştirmeye çalıştı:
- Şşş, sakin ol gülüm. Sakin ol.
- Abi... Babam ölüyor! Babam... Yolunu kaybetmiş abi! Kaybettik birbirimizi...
- Aren... Sence bir kalp yolunu kaybedebilir mi? Kalpler... Atmayı bıraksa da yollarından çıkmazlar. Özellikle de babaların kalpleri... O hep... Hep bizimle olacak.
- Ama biz onunla olamayacağız.
   Aren'e söylediği ve Aren'in söylediği her şey Kenan'ın içini acıtıp gözyaşlarının hızını artırırken Eylül odadan çıktı. Kenan ile göz göze geldiklerinde Kenan, annesinin gözündeki çaresiz ve üzgünlükten öte o duyguyu gördü. Aklından binlerce düşünce, kalbinden milyonlarca duygu geçmeye başladı. Babasının gidiyor olduğu gerçeği tam o an bir tokat gibi çarptı suratına. Çaresizliğin soğuğu etrafını öyle sarmalamıştı ki bir an nefes alamadığını hissetti. Bir umuda ihtiyacı vardı. Küçük de olsa bir umut... Ama o an karşısında umudun kırıntısı değil, felaketin ta kendisi vardı. Babası gidiyordu, onu öylece bırakıp gidiyordu. Ardında bıraktığı tek şey katlanılmaz bir hüzün olacaktı. Ve Kenan şunu çok iyi biliyordu: o gittiğinde tutunacak dalın kendisi olması gerekecekti. O kol kanat gerecekti ailesine, o koruyacaktı, o ayakta tutacaktı. Bu zamana kadar babasının olduğu kişi olması gerekecekti. Çünkü çınarı yıkılmış bir ormanda, birisi mutlaka özgürlüğünden feragat edip o çınarın yerine geçmeliydi. Güneşin sıcağını da fırtınanın şiddetini de o göğüslemeliydi. Kalbinden, gözünden akandan daha çok yaş akarken kendisini saklamalıydı. Yapması gereken ilk şey bu olacaktı.
    Eylül'ün bal rengi, acı dolu gözlerinde kaybolduğu o birkaç saniyeden sonra omzunda bir el hissetti ve birden irkildi. Elin sahibine bakınca Efe Abisini gördü. "Kenan, izin aldık. Siz de girip görebileceksiniz. Ama... Ben Aren'in yanında durayım o içerideyken. Yalnız bırakmayalım onu, olur mu Aren?" dedi Efe. Kenan ve Aren başlarını evet anlamında salladılar ve göz yaşlarını sildiler. İlk kimin gireceğine karar vermek çok zordu çünkü her ikisi de hem görmek istiyorlar hem de onu o halde görmeye hazır olup olmadıklarını bilmiyorlardı. Aren ilk adım atan oldu. Babasına olan özlemi hüznünü yenmişti. Efe de onunla birlikte odaya doğru yönelirken Kenan donuk ve bembeyaz olmuş yüzüyle sandalyede ağlayarak oturan annesinin yanına gitti.
    Aren odaya adımını attığı an güzel gözlerinden akan yaşlar şiddetini artırdı. Aren'in beklediği kadar sakin kalamayacağı belliydi. Hıçkırıklar içinde, titreyen bacaklarıyla kendini koltuğa attıktan sonra içinde söyleyeceği çok fazla şey olmasına rağmen keskin solukları ve boğazındaki düğüm dudaklarından tek bir kelime çıkmasına bile izin vermiyordu. Durumu fark eden Efe, yanına çömeldi ve küçük ellerini tuttu. Aren başını zoraki ona döndürdüğünde koyu kestane gözleri kalbini yansıtıyordu. Üzgünlük değildi bu; kalp kırıklığı veya acı da değildi. Çaresizdi, ama o da bu hissi tanımlayamazdı. Yoktu. Onun o an ne hissettiğini anlatabileceği tek şey gözleriydi. Başka hiçbir şey yoktu. Olması da imkansızdı. Çünkü bu hissi sadece yaşayanlar anlayabilirdi, onlar da anlatamazdı zaten.
     Aren'in elinden hiçbir şey gelmiyordu. Sadece orada öylece oturuyor ve babasının solgun yüzünü izliyordu. Biraz olsun sakinleşemeyeceğini anladığında Efe'ye, zor duyulan bir fısıltıyla "Gidelim." dedi. Hiçbir şey yapamamıştı! Elinden hiçbir şey gelmemişti! Babası gidiyordu ve o, "Kal" bile diyememişti! Bu ona çok acı verse de içindeki fırtınadan dolayı bunun için de hiçbir şey yapamamıştı.
    Dışarı çıktıklarında tüm gözler onlara yöneldi. Kimsenin diyecek tek kelimesi bile olmadığından sessizlik bozulmamıştı. Eylül, Kenan'ın omzundan başını kaldırdı ve Kenan kalktı. Sıra ondaydı. Güçlü ve sakin durmalıydı, kendine hakim olmalıydı. Titreyen ellerine inat derin bir nefes aldı. Gözlerini açtı ve tam bir adım atacakken birinin kolunu tuttuğunu hissetti. Sonra Efe "Geleyim mi?" dedi. Kenan yüzüne buruk bir tebessüm yerleştirirken akmak için çabalayan göz yaşlarından birini istemsizce serbest bıraktı ve "Tek halledebilirim." dedi.
    Kararlı bir adımla odaya girdi fakat kapıyı kapattığında tüm soğukkanlı durma çabası yerle bir oldu. Olduğu yerde hiç kıpırdayamadan durup öylece babasını izledi bir süre. Sonra tekrar derin bir nefes aldı burnunu çekerek. Zoraki birkaç adım attı, babasının yattığı yerin yanındaki tekli koltuğa oturdu ve bir süre hiçbir şey söyleyemeden babasını süzdü boydan boya. Hazır olduğunu hissettiğinde boğazındaki düğüm yüzünden kısık çıkan sesiyle konuşmaya başladı: " Baba... Benim... Kenan... Bu sabah sana kızgındım ya hani... Sırf inat olsun diye 'görüşürüz' demedim. Öyle çıktım evden. Keşke... Keşke deseymişim baba. Keşke 'görüşürüz' deseymişim. Ama biliyor musun, artık kızgın değilim. Gerçekten, değilim. Bana istediğin kadar kız, istediğini söyle... Bir kez desen  o çocuklarla oynama, valla oynamam baba! Hatta desen ki bir daha futbol oynama, o da tamam! Oynamam. Ama lütfen baba, bir şey söyle, yalvarırım. Lütfen yolunu kaybetme baba. Hava kararıyor, üşüyoruz... Birbirimizi kaybedecekmişiz, öyle diyorlar. Ben onlara inanmıyorum. Çünkü sen bize söz verdin! Onlar bilmiyor, benim babam verdiği sözü tutar. Biz birbirimizden ayrılmayacağız, biliyorum. Tüm inancımla söylüyorum: görüşürüz baba. Görüşeceğiz..."
    Kenan konuşmasını sesi titreye titreye, gözünden yaşlar aka aka ama kararlı bir edayla yapmıştı. Söylediği son söze gerçekten inanıyordu. Görüşeceklerdi! Görüşmek zorundalardı! Yoksa hiçbiri olacakları kaldıramazdı.
     Odadan çıkmadan önce son kezmiş gibi babasının elini iki elinin arasına aldı ve gözyaşları eşliğinde bir öpücük kondurup kokusunu içine çekti. Babasının elini sıkı sıkı tutarken kızarmış gözleriyle yüzüne baktı. Sonra istemsizce bir fısıltı çıktı ağzından "Sözünü tut, son kez." Tam o anda hiç kimsenin beklemediği bir şey oldu. Ona bağlı makinelerin biri tek ve net bir ses çıkardı. Uzun, ince, dümdüz bir çizgi... Gökten koparılan fazladan bir beden ve geceye karışan genç bir ruh daha... Ne tür bir ses insanın bir anda dünyayı unutmasını sağlayabilirdi? Kenan'ın gözleri onun yüzüne öylece bakakalmıştı. Bu nasıl işkenceydi böyle? Sanki bir anda zaman ve mekan bitmişti onun için. Sesler yok olmuştu. Nefes alamadığını, etrafın karardığını hissetti. İşte tam o an; gördüğü en büyük yangının içini yakışına, rüzgarın da küllerini savuruşuna boyun eğdiğini fark etti.

    O öyle bir geceydi ki... Dünyanın bütün soğukları birleşmişti sanki. Dünyanın bütün ıssızlıkları, hüzünleri, çaresizlikleri, karanlıkları... Ne ay vardı ne yıldızlar... Ve onlar o gecenin tam ortasındaydı. Yanlarında kimse yoktu, korkuyorlardı, endişelilerdi... Gökte, onları diri tutabilecek tek yıldız vardı ve onlar, o gecede çırılçıplak, o yıldızın sönüşünü izlemişlerdi. Hiçbir şey yapamadan, söyleyemeden... Şimdi o yıldız sönmüştü. Nefes alamadan öylece duruyorlardı. Canları acıyordu, ölü değillerdi. Kalpleri atmayı bırakıyordu, yaşıyor değillerdi. O gece duran bir kalp, üç sesi susturmuştu. Kanatlı Gece'nin ayazını içlerinde yaşatmıştı.
________

😢😢😢😢😢😢😢
Ya amaaaaaaaa😭😭😭😭😭😭😭😭
Bu kadar da olmaaaazzzz🥺🥺🥺🥺🥺

İçim çok ama çok acıdı bu bölümü yazarken😭😭😭😭
Alim gitttttiiiiiiiii😭😭😭😭😭
Arkadaşlar lütfen bana yüklenmeyin "ADAMI ÖLDÜRDÜN KATİLL" diyerek🥲🥲🥲🥲
İnanın ben sizden daha çok acı çekiyorum ama kader işte 🥲🥺😢😭

Bölüm hakkında, hikayenin gidişatı hakkında yorumlarınızı dört gözle bekliyoruuummmm💖💖💖
Kendinize çok iyi bakın, okuduğunuz için teşekkür ederimmm💗💗💗

KANATLI GECE - Son IşıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin