[ geçmiş. ]
serin ve ferah bir yaz gecesin gece yarısına yaklaşan saatlerinde, babasının iş yerindeki odasında oturuyordu minho. iş yeri dediğime bakmayın, şirketteki odasında değiller. bu iş yeri biraz daha gözlerden uzakta, gizli saklı işlerin döndüğü bir yer.
karanlık havası her ne kadar korkutucu görünse de minho korkmuyor. alıştığı bir yer burası. alıştığı işler.
babası burada olduğu için hiçbir şeyden korkmuyor.
sonunda okulunun bir yılını daha bitirmiş, on dokuz yaşında bir genç minho. babası şirketlerini kendisi için kurduğunu söylüyor her zaman, minho'nun en iyi mevkide yaşamını en güzel şekilde geçirmesini istiyor.
bu yüzden, minho'nun üniversite hayalleri de bu yönde. önce üniversiteyi bitirecek sonra babası ile birlikte şirkette çalışmaya başlayacak. mutlu olacağı bir hayatın hayali onu daha çok motive ediyor.
şimdi babasının odasında, deri koltuklara yayılmış gözlerini tavana dikmişken bir yılı daha bitirişinin ve istediği yolda ilerlemenin heyecanı var içinde.
birkaç saattir dinlendiği odada artık sıkılmaya başladı. doğrulup odadan çıkmak üzere kapıya doğru adımladı.
dışarı çıktığında ortalıkta kimse yoktu. şehrin içinde olmasına rağmen mükemmel bir şekilde kamufle edilen bu binanın en alt katı bar olarak kullanılır, üst katlar ise babasının işleri için kullanılan odalar ve katlardan oluşur.
en üst kattaki odadan çıkıp birkaç kat aşağı indi, babası buralarda olmalıydı. sonuçta birlikte çıkıp evlerine gideceklerdi.
barı da geçip bodrum kata indiğinde, iki kişinin hararetli konuşmasını duydu minho. iki kat yukarıdaki barın uğultulu sesinden ve mesafeden dolayı ne dedikleri tam anlaşılmasa da seslerini duyabiliyordu.
merakla kaşları çatıldı, adımları yavaşladı. anladığı kadarıyla, aralık kapıdan ışık sızan odadalardı. koridorun sonlarındaki boş bir oda.
sessiz olmaya dikkat ederek odaya yaklaştı ve bir duvarın arkasına saklandı. sesler net duyuluyor, başını uzattığında aralık kapıdan içerisi az çok görünüyordu.
babasının belindeki silahı çıkartıp masaya koyduğunu, kravatını gevşettiğini gördü minho. karşısındaki erkek kardeşini dinliyordu, minho'nun amcasını.
"ya işleri bana bırakır gidersin, ya da hiç istemediğin şeyler olur junmyeon."
babası güldü, "ah, jihoon..." diye mırıldandı. "beni tehdit mi ediyorsun?"
"ne anladıysan o."
junmyeon gözlerini yumup kafasını iki yana salladı. arkasındaki masaya yaslanırken kardeşini süzdü.
"babamızın her şeyi bana bırakmasının, tüm işlerle benim ilgilenmemi istemesinin bir nedeni var jihoon."
babaları, yani minho'nun büyük babası bir süre önce ölmüştü. vefatının ardından geçen bir yılın sonunda yeni yeni toparlanıyor, miraz ve vasiyetlerle ilgileniyorlardı.
babası, tüm işlerini büyük oğluna bırakmıştı. mirası iki çocuğu arasında eşit paylaştırmış, işleriyle ise junmyeon'un ilgilenmesini istemişti. tüm her şey junmyeon adına geçirilmişti bile.
"neymiş nedeni?" alayla güldü jihoon. "küçüksün falan deme bana, aramızda üç yaş var jun."
"küçüksün." dedi junmyeon sakince. "ayrıca, bu işleri çekip çevirebilecek kadar olgun değilsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
limbo ✓
Fanfictionstray kids ff. limbo, minsung. lee minho x han jisung malewife minho 😻✨💗🎉😽🥺💔👎🏻💗🤧🙏🏻😽