Beden eğitimi dersi sonrası üzerimdeki gri eşofman altım ve beyaz tişörtümle okulun mescidinin yolunu tuttum. Öğle namazımı küçük mescid odasında kıldıktan sonra sınıfıma dönme zamanıydı artık.
Seccadeden kalkıp kapıya doğru yürüdüm. Mescidin açık halde duran kapısından tam dışarıya doğru adımladığım sırada bir anda sert bir duvara çarptım sanki ve dudaklarımın arasından bir inilti süzüldü.
Sadece üç dakikadır mesciddeydim, hangi ara bu duvarı kapının tam önüne dikiverdiler diye düşünürken çarptığım şeyin aslında bir insan olduğunu anladım. Geniş omuzlu ve kaslı göğüs kafesi olan bir insan. Onun sert göğsüne hazırlıksızca tosladığımda bir parça sersemlemiş, dengemde zayıflık yaşamıştım.
Neyse ki ben tam düşecek gibi oluğumda, bu canlı duvar belimden iki eliyle birden kavrayıp, beni desteklemişti. Ben de gayri ihtiyari ellerimle ona tutunmuştum. Dengemi sağlayıp duruşumu dikleştirdim. Ve başımı hafifçe kaldırdığımda çarptığım bu duvarımsı insanın, Araz olduğunu gördüm.
Belimde kuvvetli bir sıcaklık hissediyordum. Tişörtümün aşağıda sonlandığı yerde belimin iki yanından beni kuvvetli elleriyle kavramıştı Araz. Cildime direkt temas eden parmakları, tenimi sanki çok şiddetli olmayan, merhametli bir ateş misali dağlıyordu. Yakmıyor, acıtmıyordu bu ateş. Hz. İbrahim'i yakmayan Nemrud'un o ateşi gibi.
Sıcaklık ilk temas noktası olan belimden başlayıp aşağı yayılıyor, kasıklarıma doğru iniyordu. Hatta göbeğime ve kalçama doğru da fethini sürdüyordu. Evet sıcağı sevmeyen bir insan olduğum doğruydu ama bu sıcak başka bir şeydi. Konduğu yerde tenimin altına sızıp içime işleyen, ruhumu kavuran, bir parça da şey... kışkırtıcı bir sıcaklıktı.
Çarpıştığımız an istemsizce tutunmuş olduğum kaslı kollarından, ellerimi yavaşça indirdim.
"Yürüdüğün yere dikkat etmelisin Ece," dedi Araz boğuk sesiyle.
"İnşaat iznin var mı ki mescid kapısında kolon gibi dikildin?"
Esprili eleştirim karşısında yüzünde en ufak mimik belirmeyen Araz, "Ada'da ne var?" diye sordu gözlerini gözlerime indirerek.
Ada'ya gideceğimi duymuştu demek Mert'le konuşurken. Tam karşımda dip dibe dururken, avuçları halen belimi sarmalıyordu.
"Bunu nereden biliyorsun?" diye sordum sanki Araz'ın sabahleyin az ötemizde durup, bizi dinlediğini fark etmemiş gibi. Sanırım umursamamış gibi davranmak istemiştim. Günün 24 saatinin en az 10-12 saatinde onu düşündüğümü bilmesini istemiyordum. Namaz kılarken bile aklıma düşüp, namazımın bereketini kaçırmıştı mübarek!
Bir adım geri gittiğimde Araz belimdeki ellerini indirmek durumunda kaldı. Dokunduğu yerlerimdeki sıcaklığı üzerimde kalmıştı, tenime sinen parmak izleri gibi.
"Ben- Sorumu cevaplamadın Ece?" dedi Araz benim sorumu geçiştirerek.
Pufflayarak onun yanından sıyrılıp, uzun ve aydınlık koridorda yavaşça adımlamaya başladım. Araz'dan uzaklaşırken, "Sen de benim hiçbir soruma cevap vermiyorsun zaten. Yani..." diye söylendim omuzumun üzerinden ona doğru bakarak. "Bana merhaba bile demiyorsun."
Araz peşimden yürümeye başladı. "Merhaba."
Nefesimi üfledim. Bu muydu yani şimdi? Durup Araz'a doğru çevirdim bedenimi. "Yüksek sıcaklığını ve kıyafetimi parçalamanı bana açıklayacak mısın?"
Araz da benimle birlikte durup, "Evet," dedi. "Hormonlar güzelim... Bu tür şeyler olabiliyor. Google'a girip bakabilirsin."
Uyduruktan da olsa bana cevap verme nezaketinde bulunmuştu. Bu yüzden ben de onun sorusuna cevap vermeliydim. "Ada'yı sormuştun. Babam Marmara Adasında yaşıyor. Annemle boşandıklarından beri... Ben de bazen Ada'ya babamı görmeye gidiyorum. Ada'da olan bundan ibaret."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALP TUTULMASI - Alacakaranlık(Bella❤️Jacob versiyonu)
ChickLitParmakları, bacağıma bir avcının pençesi gibi sıkı sıkıya dolanmıştı; öylesine kuvvetle bastırıyordu ki, sanki kontrolü elinden kayıp gitmişti-kendi deyişiyle, 'ayarını kaçırmıştı.' Bu baskının altında, canıma işleyen ince bir sancı, derin bir inilt...