Nefes alış verişlerim nihayet düzene girdiğinde ve şehvet treni otogarı terk ettiğinde, istasyonda beklemekte olan son yolcuyla baş başaydım artık. Pişmanlık...
Benim gibi namazlı, oruçlu kıza yakıştıramamıştım arabada bir erkekle yiyişmeyi. Ama olmuştu işte. Bu noktadan sonra yapabileceğim iki şey vardı:
Birincisini genelde gavurlar yapardı. Bir şeye pişman olup üzüldüklerinde geçerler televizyonun karşısına. Kendilerini dondurma, tatlı, abur cubura gömüp, en yakın arkadaşlarıyla ağlaşırlardı. Ve bu beraber ağladıkları arkadaş da karşı cinstense, bazen teselli alayım derken başka malum bir şeyi alırlardı. Ondan sonra dön başa... Elhamdulillah Müslüman olunca bu seçeneği geçiyordum otomatikman.
İkinci seçenek de tövbe etmekti. Evet belki Araz'a durmasını söyleyip, onunla seks yapmanın ucundan dönmüştüm. Bu güzel bir duruştu. Ama zinaya çok yaklaşmıştım. Kuran ise zina yapma demez, zinaya yaklaşma derdi. Yani yaklaşma bile... Lakin ne kadar büyük günah işlesek de Allah'dan başka gidecek bir kapı mı vardı sanki? Allah tövbe eden putperestleri bile bağışlarken, beni mi affetmeyecekti? Bu yüzden Araz'ın arabasında oturup Allah'tan özür diledim ve tövbe ettim.
Dondurmamı nihayet bitirdiğim sırada telefonum çaldı. Arayan tabii ki annemdi. Çöp atacağım diye gidip, 20 dakikadır dönmeyince doğal olarak meraklanmıştı. Telefonu açar açmaz onun tiz bağırışına maruz kaldım:
"Kızım neredesin sen?"
"Geliyorum anne!"
"Kızım çöpü aşağı atmanı söyledim. Halkalı çöplüğüne götürmeni veya plastikleri ayrıştırıp geri dönüşüm yapmanı değil. Bu kadar uzun süren ne Allah aşkına!"
Ben tam anneme cevap verecektim ki, Araz koltukta kendini uzağa kaydırmak isterken bacağımın morarmış kısmından eliyle destek alınca acıyla inledim. "Ah! Yavaş, acıyor!"
"Sübhanallah! Kızım ne haltlar çeviriyorsun yine?"
"Şey... Aşağıda iki dakika Araz'la oturup şey yaptık da. Sohbet filan işte annecim."
"Şey yapmışlar diyor bir de... Kızım söyle Araz denilen o ayarsız çocuğa, ben polisim ve silahım var. Bir daha senin oranı buranı zedelerse acımam, onu kıçından vururum!"
Annem telefonda sinirden öyle bir bağırmıştı ki, gözlerimi yumarak telefonu kulağımdan uzaklaştırmıştım.
Araz, "Ne diyor annen?" diye sordu bana. "İsmimi söyledi sanki."
"Annemin sana selamı var Araz," diye geçiştirdim.
"Selamım filan yok!" diye itiraz etti annem telefonda.
"Annecim Allah'ın selamını esirgemeyeceksin şimdi değil mi?"
"O zaman önce selam, sonra da selâ yolluyorum ona. Çünkü elimde kalacak Araz, haberi olsun."
Araz, "Aleyküm selam, sen de annene selam söyle," derken bu ikisini idare etmekten beynim yanmaya başlamıştı artık.
"Araz'ın selamı var annecim."
"Bir versene şu çocuğu telefona," dedi annem. "Ona diyecek iki çift sözüm var kızım."
"Annecim Araz şu an meşgul."
"Farkındayım kızım. Seni mıncıklamakla meşgul. Telefonu ona uzatır mısın dedim Ece Demirhan!"
Annem bana çok kızdığında kızım, Ece filan diye hitap etmez, Ece Demirhan diye soyadımla konuşurdu hep. Yani adımı soyadımla andığında, annem delirmiş ve acilen oradan kaçmalıyım demekti. Ben de öyle yaptım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALP TUTULMASI - Alacakaranlık(Bella❤️Jacob versiyonu)
ChickLitParmakları, bacağıma bir avcının pençesi gibi sıkı sıkıya dolanmıştı; öylesine kuvvetle bastırıyordu ki, sanki kontrolü elinden kayıp gitmişti-kendi deyişiyle, 'ayarını kaçırmıştı.' Bu baskının altında, canıma işleyen ince bir sancı, derin bir inilt...