Bazı günler vardır. Uyanıp, yataktan kalkıp günün akışına başlamak istemezsiniz. Öylece yattığınız, uzun uzun tavanı seyrettiğiniz ve elinizi bile oynatmaya üşendiğiniz günler. Şuan da öyle bir gündeydim. İlk defa uyandığım, yabancısı olduğum bir odada bundan sonra neredeyse her uyandığımda görecek olduğum tavanı izliyordum. Dün yemekhaneden sonra yurda, odaya gelip hemen uyumuştum. Daha doğrusu uyumak istemiştim. Çünkü akeri görmüştüm. Gerçi tam da görmüş sayılmazdım çünkü başıma örttüğüm pelerin benim de görüşümü kısıtlıyordu ancak sesini duymuştum işte. Bu bile kalbimin ritmini bozmuştu. Ne demekti bu? Korku gibiydi sanki. Neden korkuyordum peki?
Bütün o gördüğüm rüyaların artık sadece bir rüya olmadığını düşünüyordum. Çünkü hem alçin, hem de aker, ikisini de görmüştüm ve gerçekte de karşılaşmıştık. O zaman neydi bu gördüklerim. Bu dünya, element kullananların, büyücülerin belki de daha bilmediğim pek çok şeyin olduğu bir dünyaydı. O zaman geleceği görmek de elbette mümkün olabilirdi. Ama gerçekten de geleceği mi görüyordum? Her şeye karşı hissettiğim bu tanıdıklık hissi neydi o zaman?
Akerin sesi, rüyamda duyamamıştım ancak dün kısa da olsa duyduğumda bir yandan uzun uzun sesini dinlemek istemiştim, diğer yandan ise sussun, uzaklaşsın istemiştim. Ben akeri tanıyordum. Kaşlarımı çattım. Nereden tanıyordum?
Gece uykuyla uyanıklık arasında alçin ve semanın geldiğini, alçinin beni kontrol ettiğini hatırlıyordum. Şimdiyse ikisi de uyuyordu. Çünkü saat daha erkendi. Ben her zamanki gibi uyanmıştım işte. Yatakta sağa, sonra sola döndüm. Uyumaya çalıştım, olmadı.
Bugün dersler başlıyordu. Sema ve alçinle çoğu dersimiz aynıydı. Seçmeli derslerimiz farklıydı galiba. Yani çoğu zaman onlarla birlikte olacağım demekti bu. Bu iyiydi çünkü yabancısı olduğum bir dünyada az da olsa tanıdığım kişilerle olmak rahatlatıyordu ancak bir yandan da kötüydü çünkü alçin akerle samimiydi. Yani dün akşam gördüğüm kadarıyla. Bu da okulda aynı yerde bulunma ihtimalimizin yüksek olduğunu gösteriyordu akerle. Ki ben, onunla karşılaşmak istemiyordum. Peki, bunu nasıl yapacaktım?
Oflayarak yattığım yerde doğruldum ve sessizce yataktan indim. Kızlar hala uyuyorlardı ancak uyanmaları yakındı. Banyoya girdim, elimi yüzümü yıkadım. İstemsizce yüzümü inceledim. Açık mavi gözlerim buzdan bir ayna gibiydi. Güzel, düzgün, küçük bir burnum ve dolgun, kırmızı dudaklarım vardı. Uzun siyah saçlarım belime kadar dümdüz dökülüyordu. Yüzümü seviyordum. Güzel bir kız olduğumu biliyordum da ancak sorun bu değildi. Akerle benziyorduk. İkiz gibiydik. Alçin daha ilk karşılaşmamızda bu yüzden şaşırmıştı. Şimdi sema da görmüştü akeri. Muhtemelen o da aynı şeyi düşünüyordu. Aynıydık işte.
Peki, nasıl bu kadar benzeyebiliyorduk? Gördüğüm rüyalarla da bir ilişkisi olduğunu hissediyordum. Kral, akere benziyordu, bu benim de onlara benzediğim anlamına geliyordu. Gözlerimi yumup bir kez daha yüzümü yıkadım. Aker yüzümü görmemeliydi. Kararımı vermiştim. Şimdilik elimden geldiğince ondan kaçmam gerekiyordu. Bütün bunların ne demek olduğunu çözmeden onunla konuşmamam gerektiğini hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ay ve Güneş
FantasiaAYDINLIK VE KARANLIĞIN SAVAŞI Krallığı adına seçim yapan bir baba. Çocuğunu kaybettiğinden habersiz bir kraliçe. Yalana bulanmış yüz yıllık kehanet ve kandırılan krallıklar. Yaklaşan savaş. İhanetin bıçağıyla gelen ikinci bir hayat ya da şans. Un...