32.Bölüm

1.5K 92 2
                                    

Merhaba güzellerim biz geldik.

Biraz geç kaldık, umarım beklentinizi karşılayan bir bölüm olur.

Lütfen yıldıza basmayı unutmayın bu arada :)

Keyifli Okumalar!

.....


Zaman kavramım bir süredir yoktu. Dava ne zaman bitmişti ve artık kazanmışım diye hissetmiştim bilmiyordum. Sanırım o olayın üzerinden bir hafta geçmiş olmalıydı.

Bir hafta. Yedi gün.

Yusuf'un yüzünü en son o gün görmüştüm. O gün babamın üzerinden kalkıp ona ait kana bulanmış elleriyle bana doğru yürüdüğünde. Algılarımda sadece onu ittiğim anların silik görüntüleri vardı. O silik görüntülerin yanında sadece kardeşimi kaybetme korkusundan titrememi bastıramayışım ve durmadan defalarca onun göğsüne indirdiğim darbeler.

Mahkemede bulunması  gerektiğinden dolayı oradaydı. Bakışları bir kere bile beni bulmamıştı. Bir konuşma çabasına bile girmediği gibi sonrasında yoktu. Ne düşünmeliydim bilmiyordum. İçimdeki o korkuyla o an onu suçlamak yanlış gelmiyordu, ne olursa olsun mahkemeden bir gün önce bana böyle bir korku yaşatmış olması hangi tarafından bakarsam bakayım onu haklı çıkarmıyordu.

Öğrendiğine göre Trabzon'da arkamızdan gelen bir çok dedikodunun arkasında onun ve Yekta'nın parmağı vardı. Artı olarak Yusuf'u bilerek kışkırttığı apaçık ortada olan bir durumdu. Bizi ipten alansa kardeşimin mahkemede verdiği ifade olmuştu. Bununla içimiz feraha ermişti. Ceza davası ise devam ediyordu ve uzunca bir süre bitecek gibi de değildi. Yiğit'i iki haftada bir hafta sonları görme durumu vardı fakat bu şu anlık taktığı en son durum olabilirdi. Şaka gibi geliyordu ama baktığında o çok değer verdiği oğlunu bile görmüyordu gözleri. Tek derdi kendini kurtarmak olmuştu. Bana beslediği kin ise üstüne katlanarak devam ediyordu.

"Sözümü tuttum." Elimin altındaki kurumuş toprağı okşamaya devam ederken dudaklarımda buruk bir gülümseme vardı. O burukluk annemin mezarında olduğum için değil de, içimden geliyordu sanki. "Kurtardım bizi anne. Şimdi daha rahatsın değil mi? Gülümserken yine gamzelerin elmacıklarını belirtiyor, gözlerin kısılıyor."

Saçlarımın üzerine attığım siyah şalı düzelterek bakışlarımı mezar taşına çevirdim.

"Melek Saraç." Sesimin titremesi konuşmamın önüne geçmedi, buna izin vermedim. "Ismin o soğuk taşta durduğu gibi durmadı hiç bende anne. Hiç öyle bir taşın üzerinde  kabullenmedim seni biliyor musun?" Histerik bir gülüş dudaklarımdan kaçmıştı. "Ama ben kabullenmesem de kimin umrunda değil mi? Ismin orada işte, sen buradasın."

Güneşten kurumuş çiçeklerin yapraklarını ellerimle temizlerken bir yandan da getirdiğim sarı laleleri bir bir toprağının üzerine bırakıyordum.

"Sana anlatmadığım o kadar çok şey var ki. Aşık oldum anne." Kurduğum son cümleyle birlikte yanağımdan düşen gözyaşını elimin tersiyle hızla sildim. Ona böyle gelmek istememiştim. "O da beni sevdi. Biz annelerimiz gibi sevdik, o da hiç babasına benzemek istememiş."

Burnumu yukarıya doğru çekerken toprağın üzerine bıraktığım lalelere bir bakış attım.

"Sen çiçekleri çok seversin, o da beni çiçeğim diye seviyor hep biliyor musun? Ben Mimoza Çiçeği'ydim onun." Durdum. Bir an öyle bir ağırlık oturdu ki içime, altında kaldım bir avuç cümlenin. "Ben Mimoza Çiçeği'ydim onun anne. Artık değil miyim? O şimdi nerede, görebiliyor musun?"

VİSAL/TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin