Bölüm 12 - İkimlemler

15 4 11
                                    

"İkilemlerden hoşlanmayan bir adamı ihtimallere alıştırmak bir haksızlık olmaz mı? Yeni olayları kimse istemez. Ama konu sen olunca ben her şeyi istiyorum,"

Bazen insan kendini bir hiçlikte hisseder. Ben de kendimi bir hiçlikte hissediyordum. Ama Derya gelerek beni içinde olduğum hiçlikten çıkarmıştı. Ve daha sonra beni daha derin bir hiçliğe sokmuştu. Bu nasıl bir çelişkiydi? Beni derin hiçliklere sürükleyen kişi yabancı birisi değildi, beni bizzat hiçlikten kurtaran kişiydi. Onunla gelgitli bir ilişkimiz vardı. Hiçbir zaman normal bir ilişkimiz olmamıştı. Şimdi korkan gözlerini bizden saklarken bile bir çelişki vardı. Önce beni kovmuştu. Daha sonra ayağıma kadar gelmişti. Onu istememiştim. Şimdi ise onun ayağına ben gelmiştim. Onunla hep çelişiyordum.

Şimdi ise mutfağa geçmiş kendime bir kahve hazırlıyor -dum. Deniz zaten Derya yüzünden uyanmıştı. Onun iyi olduğunu görünce tekrardan uykuya gitti. Ben ise garip duygu değişimlerim yüzünden tehlikedeydim. Bir yanım ona kırgındı diğer yanım ise hâla onu istiyordu.

"Böyle derinlere dalmaya devam edersen kahve yan- acak ve senin yüzünden sabaha kadar ayılamayacağım. Evet, yüzümü yıkamama rağmen ayılamadım." Derya kapının eşiğinden bana bakıyordu. Kahveyi kendime yapıyordum ona değil. Kızgın halim ortaya çıkmıştı. Ayrıca neden benimle konuşmaya çalışıyordu?

"Yanmış kahve severim." Kahveye baktım. Cezvede yaptığım kahveyi bir kaşık yardımıyla karıştırdım. "Yanmış bir kahve, yüzsüz bir kahpeden daha iyidir." Bu sözü çok sevmiştim.

"Bana kahpe mi diyorsun?" Derya şaşkınlıkla bana bakıyordu. Evet, bu kelimeyi yeni öğrendim. Argo kelimeler bana göre değildi. Ve ben sevdiğim insanlara karşı argo kelime kullanmazdım. Onun içinde kullan- mamıştım. Sadece 'kahve ve kahpe' kelimeleri arasında kafiye olduğu için söylemek istemiştim.

"Hayır, öyle olduğunu söylemek istemedim. O çok çirkin bir tabir. Ben sadece uyum olduğu için söyledim. Argo kullanmayı sevmiyorum." Kahretsin! Yine ona merhamet eden tarafım ortaya çıkmıştı. Bu yönümden nasıl vazgeçecektim?

Derya başta inanmak istemedi. Daha sonra gözlerinin için parladı. Kapının eşiğinden ayrılarak benim yanıma, tezgaha gelmişti. Sırtını tezgaha dayamıştı. Tezgah, balkon kapısından kapıya kadar uzun ve beyaz bir tezgahtı. "Çok safsın," kaşlarım çatılmıştı. "Saftirik değil, saf. Duru anlamında. Pislikten o kadar uzaksın ki," bedenini bana çevirdi. Bende kafamı ona çevirdim. Bir elim cezvedeydi. Kahve hâlâ pişmemişti. "Ah bir de merhametin var. O benim çok hoşuma gidiyor." Ne tesadüf benim hiç hoşuma gitmiyor. Hatta nefret ediyorum.

"Bardakları uzatır mısın?" Gözlerimle arkasındaki dolabı gösterdim. Konuşmamızın uzamasını istemi- yordum. Onunla daha fazla konuşmak istemiyorum. En azından ona kırgın olan tarafım istemiyordu.

"Al," Derya ikimiz için çekmeceden aldığı küçük kahve fincanlarını bana uzattı. "Şekerli mi yaptın?" Ona kafa salladım. Şu an beni izliyordu bunu biliyordum. Ona bakmamaya özen gösteriyordum. "Bakçeye çıkalım mi?" Eline fincanı almıştı. Ona 'fark etmez' anlamında omuz silktim. Beraber mutfak kapısından bahçeye çıktık. Bahçe büyüktü. İki tane hasır koltuk vardı. Bir de masa. Masaya kahveyi koydum. Etrafımı inceledim.
Ağaçlarda renkli ışıklar vardı. Saat sabah saatleri olduğu için ışıkları açmaya gerek yoktu. Bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Gökyüzü muazzam gözüküyordu. Güneş doğmuştu. Buna rağmen gökyüzünde az da olsa bir renk cümbüşü vardı. Açık pembe renk mavi ile dans ediyordu. Lila renginden az da olsa emareler vardı gökyüzünde.

"Muhteşem," sessizce fısıldadım kendi kendime. Her gün bu manzarayı görmek için bile erkenden uyana- bilirdim. Başımı önce aşağıya daha sonra ise arkaya çevirdim. Derya hasır koktuklardan bir tanesine oturmuş bana bakıyordu. Daha doğrusu ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Bende yanına gittim. İkinci koltuğa oturdum.

FevzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin