(İki Gün Sonra)
İki gün sonra dayanamamış ve Pamir'i arayıp beni almasını istemiştim. Evde tek başıma fazlasıyla sıkılıyordum.
Pamir beni emniyete bırakıp gitti. Yolda gelirken büyük bir şey itiraf etmişti. Kader'den hoşlandığını ve bu akşam için yemeğe davet ettiğini söylemişti. Pamir'e de söylemiştim o kızdan şüphelendiğimi ama belli ki beyefendi yine burnunun dikine gidiyordu. Zaten ben de tamam deyip kestirip atmıştım. Başka ne yapabilirdim ki?
Odaya geçip sandalyeye oturdum ve çaycı çocuktan bir kahve istedim. Masanın üzerinde iki tane dosya vardı. Birinin üzerinde İş Birliği yazıyordu. Dosyayı açıp incelemeye başladım. Karşı taraftan gelen bir teklifti.
Dosyada karşı tarafın bizi kendi bulunduğu yere davet ettiği yazıyordu. Gece? Neden gece geç bir saatte istiyorlardı. Ekip olmayacaktı. Sadece komiser olduğu için Pamir gelecekti. Dolayısıyla bayağı güvensiz bir ortama giriş yapacaktık. Ne diyeceklerdi? 'Biz mafyayız başka mafyayı hep beraber bitirebiliriz. 'falan mı? Kafamda kuruyordum. Müdür kabul ettiğine göre yapacak bir şey yoktu.
(Davet Zamanı)
Arabada Pamir'e buluşmaları ile ilgili bir kaç şey sordum. Kader'in gelmediğini acil bir işi çıktığını söyledi. Üzgündü çünkü korkuyordu. Kaybettiği sevgilisi gibi olmasından korkuyordu. Pınar iyi biriydi. Zaten o da ekiptendi. Bir çok operasyona gitmiş ve gülüp eğlenmiştik. Ama son operasyonunda kalbinden bıçak yedi. Belli ki çok iyi bir isabetçi attı çünkü uzaktan atmıştı. Hafif bir kelebek bıçağı atmıştı katil. Hafif olmasına rağmen hızla gelmiş ve saplanmıştı. Son nefesini de Pamir'in göğsünde verdi.
Vardığımızda tam olarak iki saat kırk yedi dakika on üç saniyede gelmiştik. Hayır saatim yoktu aklım vardı. Araçtan inip müdürün arkasında kazağımın içindeki çakıyı kontrol ettim. Pamir ile yan yana yürürken bizim yanımızda başka kıdemli kişilerde vardı.
Büyük bahçeyi geride bırakıp kapının önüne geldiğimizde müdür zile bastı. Saniyeler içinde güler yüzlü bir çalışan kapıyı açtı. İçeri geçerken siyah kabanımı almıştı. Baştan aşağı siyahlara kuşanmıştım. Üstümde siyah bir kazak, altımda ise siyah bir İspanyol paça pantolon vardı.
Salona giriş yaptığımızda yaşlı bir adam ayağı kalkıp müdürü selamladı. Büyük ihtimalle iş birliği teklifini bu adam ortaya atmıştı. Hepimizle tokalaştıkdan sonra geçmemiz için bir el işareti yaptı. İkili koltuğa Pamir ile ben oturdum. Müdür tekli koltuğa geçti. Diğerlerinde üçlü koltuğa geçti.
Sabahdan beri iştahım olmadığı ve arabada gelirken sallandığımız için midem bulanmıştı. İzin isteyip bir çalışana lavabonun yerini sordum. Lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım ve aynaya baktım.
Arkada... Arkada bir karaltı vardı. Kafamı çevireceğim esnada gazlı bezi ağzım ve burnuma bastırdı. Ben çırpınırken o tutmaya devam ediyordu.
Amonyağa yaklaşık bir dakika kadar maruz kalınırsa bayılabilirdi bir insan... Tabi deneyimi yoksa. Dizlerimdeki güçü çektim ve gözlerimi kapattım. Yere düşmeden hemen önce karaltı beni kucağına aldı ve lavabodan çıkıp başka bir kapıdan girdi.
Soğuk yüzüme çarptığında arka bahçeye çıktığımızı anladım. Fakat daha sonra küçük bir kulübeye girdiğimizi gördüm göz ucuyla. Karaltı beni bir sandalyeye oturttu. Ellerimi ve ayaklarımı sandalyeye bağladığını hissediyordum.
Bir melodi doldu kulaklarıma piyona müziği. Telefon çalıyordu ama onunkiydi. Aramayı cevapladı ve sesini duydum. Tanıdık... Çok tanıdık. Ne?
Han?
Boğazıma bıçak yaslanan geceki. Zorla çalıştırıldığını söylemiş, kanıtlamış ve serbest kalmıştı.
Konuştuklarına odaklandım o an. "Abi birazdan merak ederler biraz oyalaman lazım... Abi kız güzel yalnız... Evet, önceden de gördüm ama karanlıktı... Tamam... Ordaki depoya götürmem için araç lazım... Şüphelenmesinler abi... Leşini bırakırım orada diğerleri halleder. Yazık oldu ama bu güzellik öldürülür mü? "seni de güzelliğini de çok pis seveceğim oğlum bekle sen. Yaktım senin çıranı. Cehenneme kadar yolun var. Aşağılık.
İplerin çözüldüğünü ve yeniden havalandığımı hissettim. Yanımda yardım için bir cihaz vardı ne kadar ararlarsa arasınlar bulamazlardı çünkü o kadar küçüktü ki bir tırnağın onda biri kadardı. Direkt olarak hastaneye yardım çağrısı gidiyordu.
Saydığım kadarıyla yarım saat yol gitmiş ve durmuştuk. Kapı açılma sesi duyduğumda yine ve yine havalandım. Yeter be ne benim bu çektiğim. Zaten sağ elimde sakat. Rutubet kokan bir yere girdik. Han beni yine bağladığında kulağıma doğru "Öleceksin." diye fısıldadı. Ölürüm ama öldürürüm de.
Gözlerimi açıp ona kafa attığımda geriye doğru burnunu tutarak sendeledi. "Lan!" dedi silahını çıkarırken. Ay çok korktum bi şimdi. "Benim silahım bile yok ama yine de geçemiyorsun beni." dedim soğuk bir sesle.
Kafa attığım için ipleri tam bağlayamamıştı. Ayağa kalktığımda alaycı bir şekilde "Teke tek mi diyorsun?" diye sordu. Kafamı salladım olumlu anlamda. "Ne oldu? Bir korktun sanki. 'Öleceksin.' derken iyiydi." dedim.
"Senin gibi cılızdan mı korkacağım?" dedi ve silahı beliyle kemeri arasına sıkıştırdı. Pozisyona geçtim. O da benimle geçti. İlk sağ eliyle yumruk attı, eğilip yumrukta kaçtım.
"Hızlısın,
Ama dikkat et yorulmayasın."Dediklerimden bir şey anlamayacak kadar öfkeliydi. Kimeydi öfkesi? Bir kaç yumruktan daha kaçtıktan sonra tekmelere başladı. Ben herhangi atakda bulunmamıştım bile ama çoktan yorulmuştu. Nefes nefese kaldığında sol elimi yumruk yapıp yüzüne patlattım. Karnına tekme attığımda artık fazlasıyla öfkelenmişti ve öfkeden titriyordu.
Tam o sırada silahını çıkarıp kalbime nişan aldı ve tereddüt etmeden tetiğe baskı uyguladı. Sadece iki saniye geç kalmıştım. Her şey iki saniyede oldu zaten. Son anda işaret ve orta parmak aramdaki çipe baş parmağımla dokundum ve çağrı gönderdim. Ve yığıldım.
Han dışarı çıkınca zorlukla ağzımı araladım ve şu sözleri sarfettim:
"Yine beni çek fotoğrafçı, doğumumu çektin, ölümümü de çek." dedim, sonlara doğru kısılan sesimle.