Beynimden kurşun yedim.
Kalbimden kurşun yedim.
Gururumdan kurşun yedim.
Sırtımdan bıçak yedim.
Ölüyorum dedim öldüm.
Bitiyorum dedim bittim.
Şimdi karşımda sandalyeye bağlı olan adam bile diyemeyeceğim varlıklara bakıyordum.
Biri Han biri iş birliği teklif eden yaşlı adam yani Faruk biri ise onların ortağı Semih.
Hepsini bayıltıp getirmiştim. Tatilimi bunlar için harcadığıma inanamıyordum. Ama ben intikam yemeğimi sıcak yerdim. Elimdeki sigaranın ucundaki kül kadar sıcak.
(Bir kaç saat önce)
Uçurumun kenarında oturmuş manzarayı izliyordum. Yanımda fotoğraf makinem ve çok nadir içsemde sigara paketim vardı.
Fotoğraf makinesini elime alıp gün doğumunun fotoğrafını çektim.
Oturduğum yerden kalkıp eşyaları aldım ve motoruma ilerledim. Burada iki gün kalmıştım ve sessizliği özlediğimden kafamı dinlemiştim.
Kafamın içi her ne kadar gürültülü olsa da.
Motoruma ilerledim ve kaskı başıma geçirip üstüne atladım. Son kez güneşe baktım ve motoru çalıştırdım. Bir kaç saat sonra ilk hedefime varacaktım.
Eve geldiğimde motoru garaja bıraktım ve arabama bindim. Motorla baygın bir adam taşıyamazdım. Taşısam bile çok dikkat çekerdi. Zaten hepsinin evlerinde onlara her an ihanet edecek köstebeklerim vardı. Onlardan bilgi almış ve hepsinin bu akşam buluşacaklarını öğrendim. Buluştuklarında bir sürpriz yapacaktım.
O iki günde beş kitabı da bitirmiştim. İlk karakola uğradım. Beni fark edip selam verenler oldu. Hepsine gülümseyerek yanıt verdim. Kitapları rafa yerleştirdim ve fotoğraf makinesini çantasına koyup kilitli çekmeceme dikkatlice bıraktım. Çekmeceyi kilitleyip anahtarları kol çantama attım.
İki günde dosya gelmemişti çünkü direkt olarak komisere yani Pamir'e gidiyordu.
O nasıldı acaba? Bana o sözleri sarfederken kalbinin bıçakla beraber yerinden dikkatle söktükkerini düşünmüştüm.
Canımı çok yakmamıştı bu sözler. Sevdiklerim iyi olsun da bana ne olursa olsun.
Belki de kalbim sevdiklerim için atıyordu...
Odadan çıkıp arabaya bindim ben gel git işleriyle uğraşırken saat altıyı çoktan geçmişti.
Hedefe bir iki sokak kala arabayı bıraktım. İnip hedefe doğru yürürken başımı şapkasıyla kapattığım kapüşonluyu düzeltiyordum.
Zile basıp biraz bekledim. Bana çalışan köstebek hizmetçi kapıyı açtı ve içeri geçmem için kenara çekildi. Botlarım zeminde tok sesler çıkarıyordu. Nihayet çalışma odasının önüne geldiğimde sesleri geliyordu. Burası Han'ın eviydi.
Kapıyı tıklattım içeriden 'gel' sesini duyunca kapüşonlunun şapkasını aşağı indirdim ve kapıyı açtım.
Yüzlerinde görülmeye değer bir ifade vardı. Hepsi şok,şok ve şok olmuştu.
Üçü birden ayaklanınca kapıyı kapattım. Hepsinin arkasında en sadık korumaları vardı. Bir işaret verdiğimde bayıltacaklardı.
Masanın ön tarafında olan ikili deri koltuğa geçtim ve ayaklarımı orta sehbaya uzatıp bir sigara yaktım.
"Ne? Siz misafirlere karşı böyle bön bön mü bakıyorsunuz? " dedim alayla. Şaşkınlıkla birbirlerine baktılar ve zarar vermeyeceğimi düşünmüş oldular ki oturdular. Ama ne oturma! Sanki dikene oturuyorlardı. Semih denilen oturduğu sandalyenin koluna yapıştı.
Güldüm bu hallerine sonra gülüşümü sildim. Boş duran elimi şıklattım ve korumalar ilacı teker teker hepsinin boynuna sapladı. İlk başta ne olduğunu anlamadılar. Zaten sonrasında da gözleri kayıp gitti.
(Uyandıklarında)
Sonunda hepsi uyanmıştı. Köstebekler sayesinde onları buraya kadar getirebilmiştim. Aksi takdirde asla bunu tek başıma yapamazdım.
Karşılarında oturuyordum ellerindeki ipleri çözmüştüm. İsterlerse hepsi bir anda kalkıp bana saldırabilirlerdi.
Bir öksürükle boğazımı temizleyip konuşmaya başladım.
"Ee siz söylüyor musunuz yoksa ben mi söyleteyim? Ya da Han'ın biricik eşi ve oğlu mu benimle tanışsın? Diğer iki seçeneği de söyleyeyim bari. Faruk, kız kardeşin güzelmiş. Nişanlanmış bile. Niye çağırmadın beni nişana? Kırıldım."dedim yalandan yüzümü asıp. Sonra eski ciddiyetine geri döndüm."Semih, peki sen? Şu silah ticareti ne durumda. Yeni siparişler gelmiş galiba." dedim.Üçününde rengi atmıştı. Birbirlerine bakıp benim bunları nereden bildiğimi sorguladılar.
İlk konuşmaya başlayan Faruk oldu. "Onlara zarar verme. Anlatacağım." dedi karakoldaki köstebeklerinden, o köstebeklerin getirdiklerinden, yani her şeyden bahsetti. Tabi ki köstebeklerin arasında Kader de vardı.
Onları serbest bırakacağımı söyleyip tabi ki bırakmazdım. Adalet diye bir şey vardı. Ben onlara ailelerini ve ne yaptıklarını söylemiştim onlar da ötmüştü. Ailenizi öldüreceğim işinizi batıracağım demedim.
Onları aldığım yere geri bıraktım. E tabi ihbar etmeyi de unutmadım. Polisler gelip onları aldı ve yaka paça karakola götürdüler. Zaten arandıkları için direkt sorguları alınıp hapse gideceklerdi.
Eve geri gidip yemek yedim ve uykuya dalmak için duş alıp yattım.