"A-alo? Seungmin ile mi görüşüyorum?"
Seungmin sabah saatin altısı olduğu için duyduklarını pek idrak edemiyordu, sadece "Ha?" yarı duyulur bir sesle "Evet?" demeyi başarabilmişti.
Chan telefondakinin yeni uyandığını anladığı anda kısa tutmaya çalıştı. "Ben Chan, Jeongin önceden senin ve evinin telefonunu vermişti ulaşamazsam buradan ulaşabilirim diye. Ne alakaysa... Jeongin sizde mi?"
Telefondan cırlayan ses kendisine anlamsızca bir şeyler söylüyor gibi gelse de sonlara doğru toparlamayı başarabilmişti. "Jeongin mi? Jeongin yok burada."
"Bu çocuk nereye gider, ne yapar bilir misin? İkiniz yakınsınız diye biliyorum."
Seungmin sert koltuğun ve sabah ayazının verdiği etkiyi kemiklerine kadar hissetmişti ki kafası işleyemedi, öylece kayboldu sessizliğinde. İnce giyinmenin ve üstü açık yatmanın lanetini okudu kısaca.
"Alo? Orada mısın? Aç kapıyı geldim zaten. Yüz yüze konuşmamız gerekiyor. Kapatıyorum."
Seungmin iki düt sesinden sonra telefon ekranından bilinmeyen numaraya baktı, sonra da yattığı yere. Bugün iğrenç bir pazartesi günüydü ve bu iğrenç günde uykusunu alamamıştı. Şu an halı desenlerini izlemeye, camdan dışarı boş boş bakmaya, en doğrusu tekrar uyumaya o kadar ihtiyacı vardı ki... Chan'ı da pek bekletmek istemiyordu, saçını başını daha düzeltmeden soğuk mermer taşlara çıplak ayaklarıyla basarak üst kata çıktı ve bilmem kaç kilit vurdukları kapıyı açtı.
Kapı önünde endişeli bir ifadeyle dikili duran Chan'ı gördüğünde ters bir şeylerin olduğunu hissediyordu. Chan ise anlık söyleyeceği her şeyi unutup bir süre Seungmin'i süzdü.
Dizlerine kadar uzanan şortu ve tenine mükemmel bir şekilde uyan beyaz ipek bir gecelikle görmeyi beklemiyordu, bir erkeğin sahip olamayacağı kıvrımlarını o geceliği kusursuzca taşıyordu. Gözleri açıkta kalan çıplak omuzları ve boynuna ilişti.
Neden gözlerini bir erkekten alamadığını bilmiyordu, baktıkça utandı. Hemen dikkatini bedeninden çekip direk olarak yüzüne baktı, ama anlamlandıramadığı bir gerginlik sarmaya başlamıştı vücudunun her yanını.
Seungmin ise kendisini yiyip bitiren bakışlara pek aldırış etmiyordu, kıyafetini yadırgadığını düşünüyordu. Sesi hala uykuluydu, elinde olmadan sabahın verdiği tatlı bir tınıyla sordu. "Bu saate ne işin var?"
Chan, o tatlı sesle birlikte bir anlığına konuşma yeteneğini kaybetmiş gibi hissetti. Toparlayıp ciddiyetini korumaya çalıştı. "Jeongin kayboldu, telefonuna da ulaşamıyorum. Yakın arkadaş gibi olduğunuzdan nerede olduğunu tahmin edebilirsin diye düşünmüştüm."
Seungmin duydukları üzerine kısılan gözleri kocaman açıldı, uyanmıştı bu sefer. "Öncellikle aklıma kötü bir şey getirmiyorum, sakin olursam... Bir saniye düşünmem gerek, paniklediğimden sanırım aklıma bir şey gelemiyor."
"Dışarıda Jeongin'i ararken düşünsek mi?"
"Hemen üstümü giyinip geliyorum." dedi ve anlık panikten Chan'ı içeri almaya unutup kapıyı yüzüne kapattı. Alt kata indiğinde üzerindekilerden kurtulup gri eşofmanını beceriksizlikle sendeleyip bir yerlere çarparak giyerken Jisung seslerden dolayı uyanmıştı. "Ne oluyor Seungmin?"
"Jeongin'den haber alamıyoruz da Chan ile aramaya gidiyoruz, senlik bir şey yok uyu."
Zaten yarı baygın Jisung, hiçbir şey demeden minik ağzını aralayıp tekrar uykuya dalmıştı. Jisung'un suratındaki masum ifadeyi görünce eğilip alnına tüy kadar hafif bir öpücük bıraktı ve üst kata çıktı. Kapıyı açtığında Chan'ın sıkıntıdan bahçeye düzen kurmuş kedilerle oynadığını gördü, Seungmin vakit kaybetmeden söze başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hasbihal kafe |chanmin
Fanfiction!yetişkin içerik, yarı texting Farklı yaşantılar Nişantaşı'ndaki Hasbihal Kafe'de buluşur, masaya ne var ne yoksa dökerlermiş