🐑
Kafamın kazan gibi olduğu vakitlerin birinde, bu sefer ayık kalacağım diye umarak açtım gözlerimi. İzleniliyorsun hissiyle etrafı taradı gözlerim. Karanlık mağaraya tek tük ışık vuruyordu. Yine de duvar dibinde dizlerini karnına çekmiş, buraya korkuyla bakan yeşil gözleri görmeme yetmişti.
Bilerek en karanlığa geçmişti sanki. Uzun siyah saçlarının anlına, yanaklarına döküldüğünü seçebiliyordum bir de, o kadar.
Bir süre hareket etsin, bir şey desin diye bekledim ama o buraya bakmaktan başka bir şey yapmadı. Sonunda "Merhaba?" dedim anlamasını umarak. Belki de o da benim gibi esirdi. Hareketsizliğinin sebebi benim el ve ayaklarımda olan yarı paslı zincirlerin onda da olması olabilirdi.
Cevap vermeyip gözlerini ayaklarına çevirdiğinde bende baktım ayaklarına. Bakımsız, pisti. Kirli tırnakları uzamıştı. Oraya baktığımı anladığında içe çekti parmaklarını. Rahatsız etmekten çekinip çevirdim gözlerimi kendi ayaklarıma. Kurumuş ve taze kan karışımı bir tona bulanmıştı tamamen. Esir düştüğümden beri pantolonum atılmıştı bir kenara. Çıplak bacaklarımdaki morarmalar yeşile dönmüş, üstüne yeni morluklar eklenmişti.
"Türkçe-"
Cümlemi bitirmeme kalmadan hızlıca ayaklandığında yuttum diyeceklerimi. Ne olduğunu anlamama fırsat vermeden mağara kapısına koştuğunda yalnızca arkasından bakakaldım.
Bir süre ne olduğunu anlamaya çalıştım, tahmin yürütmek istedim ama bunun için çok yorgundum.
🐑
Saatler sonra kapı niyetine atılmış örtü aralandığında nefesimi tuttum. Bu seferlik şans yüzüme güldü, korktuğum olmadı. İçeri yeşil, çam gözlü adam girdi. Bu tarafa bilerek bakmayarak eski yerine yürüdüğünde sessizce izledim ne yapıyor diye.
Topallığı ilk dikkat çeken özelliğiydi. Sol ayağı aksaktı. Dikkatlice eski yerine gidip yüzüstü yere uzandı. Burnu tıkalıydı sanki. Derin nefes sesleri dolduruyordu mağarayı. Yüzü bana ters, mağaraya dönüktü ancak anlındaki kanı o uzanmadan fark etmiştim zaten.
"İyi misin?" diye sordum dediklerimi anlamasını umarak. Türkçe dışında İngilizce ve Kürtçe de biliyordum. Anlamıyorsa bir tur da bunları denerdim ama dil bilgim bu kadardı.
Cevap almadığım yetmiyor bir de nefesini tuttuğunda kaşlarım çatıldı. Diğer iki dilde de sordum, yine yanıt alamadım. En iyisi Türkçe devam etmekti bundan sonra ama ne diyecektim ki?
Sessiz kaldım bende. Yalnızca uzaktan izledim sıska bedenini, kirli, ensesine gelen saçlarını...
Uyandığımda yine izlenme hissi vardı ancak bozmak istemedim. Kim olduğunu zaten biliyordum. Sık kirpiklere sahip olduğumdan belli etmemeye çalışarak, hafifçe açtım gözlerimi. Burayı izliyordu. Bu sefer oturmamıştı, yine uzandığı yerdendi.
"Ellerimi açabilir misin?" derken sesimi çatallı olmasını engelleyemiyordum. Dilim damağım kurumuştu. Tekrar kapandı gözlerim. Belli ki bu ölene kadar hep böyle devam edecekti.
🐑
Günlük yemeği domates ve yarım ekmekti adamın. Ekmeği odamdaki kadına ayıracağım diyip başta yalnızca domatesi yemişti ama doymamıştı. Aç olduğundan sadece yarısı diyerek bayat ekmeği kemirdi. Durduramadı kendini. Biraz daha, biraz daha dedikçe yarım ekmeğin üçte ikisini bitirdi. Kalanı da eski, ona küçük gelen sarı tişörtün içine sakladı. Çekinerek girdi büyüdüğü, odam dediği maraya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Özgür |İT2|
General FictionBurnu zedeleyen ağır koku, uzun, pis tırnaklar, yaralar ve kirden seçilmeyen bir yüz... Çim yeşili parlak gözler. Kuzey Irak'ta esir düşmüş Teğmen Umay ve kekeme bir adam. Artık küçük bir çocuğun zekasıyla eşdeğer değildi Özgür'ün aklı. Yazıyor, ok...