Arabayı nereye park etmiştim , ben şu an neredeydim bilmiyordum. Sağa sola bakındım , yollar , kaldırımlar, her yer yabancı gibi geldi. Beynimdeki uyuşukluk düşünme yetimi , göğsümdeki ateş en sade duygularımı şaşkına çevirmişti. Bir büyük devirmiş gibi kafamda dönenceler dolaşıyor, içimdeki tuhaf sızı beni daha önce hiç hissetmediğim duygu boğumlarına maruz bırakıyordu. Oğlumun o saf güzelliği ve Firuze'nin gözlerinde parıldayan sessiz çığlık beni kasıtlı bir ölüme sevkederken , titreyen ellerim varlığımı hissetmek için kendime dokunmama engel oluyordu. Varlığı,mitolojik çağlardan kalma, bir Aşk Tanrıçası gibi etrafımı sararken, hangi doğa üstü güce sahipse, baktığı, dokunduğu heryeri cennet şarabının lezzetine bulamış gibi büyülüyordu. Gözleri balta girmemiş ormanlar gibi ıssız ve yakıcıydı , insanı tuhaf ,acımtırak ve deli dolu heyecanlarla sarıyordu.
İnce ve uzun elleri geceyi aydınlatan bir dolunay kadar bembeyazdı ve insan bir ömür, o zarif ellerin arasında olmak ,onları sımsıkı tutup sonsuz bir uykunun içine dalmak isterdi. O eller insanın saçlarına, yanaklarına bir kez dokunsa onun büyüsüne kapılıp onlardan ayrı yapamazdı. O dokunuş, insanı iklimsiz gözyaşlarına bogar , mutluluk ve huzurun sonsuz çöllerinde hapisederdi. Hayatım boyunca sevilmeye , aşık olmaya bu kadar layık bir kadın daha tanımamıştım. Bugune kadar başka kadınlara karşı duyulan hisler , aşık olmalar hepsi bir aldatmacadan ibaret olmalıydı. İnsan böyle bir güzellikten, yücelikten,zerafetten bir başkasına aşık olabilir miydi. Evet sadece bir aldatmaca olmalıydı diğer o hisler. O bakışlardaki mutluluk hüznünü hangi ressam resmedebilirdi söyleyin bana, hangi kadın böyle bir mertebeye erişebilirdi. İnsan, o bakışların ortasında buluverse kendini sonra kendinde kaybolsa ve sonra ruhunda yok olsa ve en sonunda onun ruhunun içinde kendini bulsa, gitmek ister miydi hiç. Baska bir kalbe dokunmak , baska bir tene sarilmak ister miydi . Ben kaybolmuştum iste, gönüllü kölesi olmuştum o bakışların . Yıllardır kimseyi sevemeyiş nedenim o kadındı, hatta bugüne kadar dokunduğum, sevistiğim her kadın , her sıcak ten ona giden bir yoldu , yaşadığım hersey , aldığım her nefes onun varlığına erişmek için yaşanması mecburi olan bir kaderdi. Geri kalan ömrümü sadece onun hayalini kurarak tamamlayabilir , varlığını bilerek , içimde tüm şekillerini icra ederek son nefesimi verebilirdim. Hiçbir abartma onun güzelliğini tarif edemez , yanından bile geçemezdi. O ince belinin kıvrımlarına ne demeliydi . İnsanın mezarı tam o kıvrımlar olmalı, mutlu ve huzur dolu bir sonsuzluğun kapılarını aramalıydı. İnsan orada yaşamı aramazdı , ölüm en güzel hediyesi olur ,onun mezarını gören tüm canlılar kıskançlıktan tükenir, biter ,kendini kaybederdi. Ya o çıkık yanaklarına ne demeliydi ki. Sert hatlarıyla yüzünü çevreleyen, bir yağmur damlası kadar duru ve yumuşak ama bir buz tanesi kadar sert ve çıkık elmacık kemikleri yine bir Tanrıçanın heykelini andırıyordu.
Arabaya bindim ve koltugu arkaya doğru çekip, geriye yaslandım . İşte burada,hiç kıpırdamadan günlerce onu düşünmek ,yaşadığımız her anın siluetini defalarca hayal etmek sonra yeniden o anların her karesini yaşamak , umutsuzca olan umutlarımın içerisinde bir beşik gibi sallanmak istiyordum . Karşımda dünyanın en mutlu kadınıymış gibi görünen ama yüreğinde ,ruhunda binbir işkenceyle çalkalanan bir insanın varlığını görüyordum ve yanılmış olamazdım. Yanılmış olamazdım çünkü onda kendimi buluyor , dünyaya gülen gözlerinin içinde, ta en derinlerinde yaşadığım ızdırapların , hüzünlerin , huzursuzlukların bir başkasını onun varlığında buluyordum . Varlığı, ah o eşsiz güzelliği, böyle bir şaşalı hayatın içerisinde nasıl hüzün duraklarına uğrayabilir , geçmek bilmeyen ekspres treni gibi saatlerce belki günlerce hangi çaresiz düşüncelerin içerisine rötar yapıyordu . Benim gibi, elindekilerin bir boşluktan ibaret oldugunu mu düşünüyor yoksa bunca varlığın verdigi doyumsuzlugun içerisinde şımarıklık mı yapıyordu. Karadeniz'in hırçınlaşan suları gibi yüreğini dalgalandırıp köpürten neydi. Yanılıyor muydum acaba . Hiçbir kadını tanıyamadığım gibi onu da tanımayıp sadece kendi aptallığımda safsatalar mı kuruyordum . Sen neyi bilebildin ki be adam! Bahar kokulu kırmızı güllerin içinde batan dikenlerle yaralanmış o saf, mahsum yürekleri görebildin mi hiç . Mesela Gülşah 'ın ruhunun derinliklerinde kanayan yaraları ya da ablanın sadece bir abla ya da anne olmayıp bir kadın oldugunu hissedebildin mi ? Ah o zamanlar ben ne aptaldım . Ya şimdi peki . Ögrenebilmiş miydim kadın ruhundaki o ince dantel isçiliklerini , Firuze'nin, en diblerindeki karanlık köşelerine fener olup aydınlatabilir miydim . Yok yine beceremezdim. Boş yere kendimle böbürlenip eskisi gibi değilim diyordum .
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İLK İZDÜŞÜM
General FictionHayat sabredene azdan çok verirmiş derler , ben çoktan az degil , azdan hiç aldım . İyi bir insan kötü olabilir mi ? Yoksa kötülük hepimizin içinde var olan bir duygu mu? İyilik ve kötülük arasında gelip giden bir adamın özbenligini ararken hayatınd...