YAZGI

141 17 15
                                    

Hayat sabredene azdan çok verirmiş derler , ben çoktan az değil , azdan hiç aldım...

Bu akşam, yine nöbet günümdü. Nereden bu işe bulaştım ki? Gördüklerimden sonra gözlerim, dövdüklerimden sonra ellerim nasır tuttu. Sokak lambalarının solgun ışığında, şehrin en karanlık köşelerinde yaşananların yükü omuzlarımda ağırlaşıyordu. Akşamın sessizliğinde, köpeklerin huzursuz havlamaları ve uzakta yankılanan arabaların gürültüsüyle birlikte, kendi içimin çığlıkları daha da belirginleşiyordu. Bu sıkıcı rutinde, uyuşturucu satan torbacıların fısıltıları, komşular arasındaki kavgaların yankıları, kiracılara bıçak çekenlerin tehditleri, kadınları taciz edenlerin pervasızlıkları ve daha birçok karanlık anın yankıları mevcuttu. Belki de en acıklısı, karşılıksız aşkların kırık kalp hikayeleriydi.

Her şehir, kendi içinde bir roman barındırır. Benimki, bu şehrin karanlık satırlarında kaybolmuş bir karakterin kendini arayış öyküsüydü. Gözlerim, her geçen gün bu şehrin gri sokaklarında kaybolan umutları ve kendimi bulma çabalarımın izlerini taşıyordu. Belki de bu işe bulaşmamın nedeni, kaybolan bir şehirde kendi izimi bulma çabasıydı. Ve ben, bu karmaşık şehrin içinde, kendi izimi bulma çabasıyla yorgun bir şekilde evime dönüyordum.

Nöbet gecem uzun bir süredir hiç bu kadar sakin geçmemişti. Birkaç uyuşturucu bağımlısının, bisiklet çalma macerası dışında kayda değer bir olay yaşanmamıştı. Kızıl saçlı kızı , kaçarken saçlarından nasıl yakalamışsam, üstümde, başımda kıvır kıvır saçları temizle temizle bitmek bilmemişti. Alışmış kudurmuştan beterdir derler ; fakat bunlar akıllanmaz .Uyuşturucu krizi vurup , bir de cepleri delikse ne yapsa yeridir bunların. Son dönemde apartmanların ve sitelerin ortak kullanım yerlerindeki bisikletlere dadandılar . Nasıl da çığlık attı saçlarından yakalayıp yere fırlatırken. 'Bırak saçlarımı orospu çocuğuuuu! diye! İlginçtir hem suçlu, hem hakaret yiyen biziz. Neyse ki alıştık artık !

Yalnızlığı çok seven bir insanım aslında. "Yalnızlığı seven insanlar, kendilerini çok severmiş." derler ya hani! benimki de ondan . Yine de son günlerde bu pek hoşuma gitmiyordu. Ne zaman yalnız kalsam , kendimi derin düşüncelerin, hülyaların ve sorgulamaların içinde buluyordum.Dakikalarca kendimde kaybolup gidiyor, kendimi sorguluyarak, peki ben ne olacağım, hayatımın anlamı ne, yaşama amacım nedir gibi türlü sorularla yarı uykuda yarı uyanıklık halinde rüyalara dalıyordum . Kaybolmak evet, oysa ben kendimde var olmak isterdim. Kaybolan giden yıllarımda, hiçbirşeyi sorgulamamış, kendimden başka hiş kimseyi düşünmemiş , anı yaşamaktan keyif almış , gamsız, dertsiz , tasasız bir adam olarak egomu tatmin eden boş şeylerin arasında zamanımı tüketen bir insandım. Az değil, otuz yaşındaydım ve polislik mesleğine başladığım son beş yılın nasıl boşa tükenip gittiğini , saçma sapan şeylerle egomu tatmin etmekten öteye bir yol alamadığımı hissetmeye başlamıştım.Mesela nöbet gecemde beni tatmin eden , mutlu eden şeye bak dedim .Bir uyuşturucu bağımlısı kızı kaçarken saçlarından kavrayıp yakalamanın verdiği o haz ve kızın bana 'orospu çocuğuuu' demesiyle o hazzın zirveye ulaşması. Bu ben miyim yani , benim hayatım , benim mutlulugum ,benim dünyam bu muydu?

Kalabalıklarla dolu bir şehir olan İstanbul artık benim evim oldu. Ancak çelişkili bir şekilde kendimi ihmal edilmiş, yalnız, insan denizinin ortasında kaybolmuş hissederken buluyordum. Bir zamanlar , sevdiklerim dediğim arkadaşlarımla çevrelenmişken, artık ilişkilerimizin sadece yüzeysel olduğunu anlıyordum. Hayatım bana sunulan geçici zevklere kapılmanın ötesinde herhangi bir derinlik veya anlam ifade etmiyordu.

Nöbet dönüşü ,sabahın erken saatlerinde evime adım attığımda, şehrin karmaşasıyla dolu bir yaşamın ortasında, benim için sığınak olan küçük, sıcacık dairemin mutfağında buldum kendimi. Bu minik alan, hayatımın en kıymetli köşelerinden biriydi. İçinde bulunduğu küçük boyutuna rağmen, derin bir huzur ve samimiyet taşıyan bir atmosferi vardı.

İLK İZDÜŞÜMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin