#Yıldızlardan Düştük – Bu Gece Uyuyamam
#Adele – Easy On Me
Gözlerimizin buluştuğu o sonsuzlukta, birbirine bakarak kalakalmış iki heykele dönüşeceğimizi zannettim. Kaslarım sonsuza dek kilitli kalacak ve ben, bu sonsuzlukta ve onsuzlukta bir başıma, gözlerinin içinde boğulacağım zannettim.
Ama o, bu hareketsizliği bozdu. Gözlerini gözlerimden ayırmadan üç geniş adımda yanıma ulaştı, masanın tam karşısına durdu. Ayağa kalkmak istiyordum ama kendimde bu gücü bulamıyordum. Bacaklarım titrerdi, sesimi bulamazdım.
"Sen..." dedi, o da sesini bulamıyormuş gibi duraksadı. Boğazını temizleyip yeniden denedi. "Burada..." Ama cümlesini tamamlayamadı.
Yutkundum. Yakından, böyle akşam güneşinde öyle çok... Öyle çok.
Sandalyeyi işaret ettim. "Otursana," dedim tek nefeste. Aklıma gelen tek kelime buydu; özlemimi, yakınında olma isteğimi, şaşkınlığımı toplayıp hepsini sığdırabildiğim tek kelime buydu.
Karşıma geçip oturdu. Sanki bu çok normalmiş gibi, aradan birbirimizi görmediğimiz yıllar geçmemiş gibi, ben onun kim olduğunu artık bilmiyormuşum gibi oturdu karşıma. Gözlerinin kenarına bana tanıdık olmayan çizgiler eklenmişti, arkadaş olmak istiyordum onlarla. Gözbebeklerine hiç bilmediğim bir bilgelik ve yorgunluk çökmüştü, bir yaşanmışlık hali, yetişkinlik. Misafir etmek istiyordum o ifadeyi haneme.
"Ne işin var burada?" diye sordum, onun soramadığı soruyu sorarak. Kendimi çoğu zaman hızlıca toparlardım ve bu konuşan da tiyatrocu sesimdi. Gerçek İrem içimde bir yerlerde çığlık atıyordu, onu bir zindana kapatmıştım.
Burukça gülümsedi. "Burası benim," dedi. Benim konuşmuş olmam onun rahatlatmış gibiydi. "Ben burada yaşıyorum." Öne eğildi, gülümserken ne kadar güzel olduğunu düşünmemeye çalıştım. "Asıl senin burada ne işin var?"
Bunca yıl hiç, onun İstanbul'dan taşınmış olabileceğini düşünmemiştim. Benim için o, hep İstanbul'daydı. Birbirimize çok yakın ama bir şekilde çok da uzaktık.
"Şehirde boğuldum biraz," dedim aklıma gelen ilk yalanı söyleyerek. "Dinlenmeye geldim. Bir de yazmaya..."
Miraç'ın yüzündeki tebessüm genişledi. Ona böyle gülmemesi gerektiğini kim söyleyecekti?
"İsmini kitapçılarda görüyorum," dedi. Ona kitaplarımı okuyup okumadığını sormadım, o da söylemedi. Buna cesaret edemedim. Anlattığım tüm öyküleri çok severdin, diyemedim. Yazdıklarımı da severdin.
Gülümsedim sadece. Başka ne yapacağımı bilemedim.
Ellerini masanın üzerinde birleştirdi. "Nerede kalıyorsun," diye sordu yumuşak bir sesle. Sorusuna kısa bir süre cevap veremedim çünkü gözlerim, masanın üzerinde ellerini birleştirmek için öne doğru eğildiğinde sıyrılan gömleğinin altından koluna kaydı. Orada, sağ kolunun hemen dış tarafında küçük bir siyahlık vardı. Küçük bir kuş. Bir kırlangıç.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Falez ve Kırlangıç
Romance"Bir denizcinin evine dönmesi, kırlangıçların umurunda olmaz." Çimen'den tanıdığımız İrem Ardıç'ın hikayesidir. Bu hikayeyi okumuş olmak için Çimen'i okumuş olmanız gerekmez ancak okuduysanız elbette konu bütünlüğü açısından küçük bir fark hissedece...