Gözlerimi yeni güne, telefonumun mesaj sesiyle araladım.
Destan: Yakında doğuracağım. Sen neredesin! Ya sen yokken bana bir şey olursa? Hiç mi düşünmüyorsun... artık darılıyorum...
Tek mesajı bu değildi. Bu şekilde onlarca mesaj, duygu sömürüsü ve azarlamalar ile sürüp gidiyordu.
Haksız değildi. Bir şeyleri abartmaya ne kadar meyilli olursa olsun, söylediği şeyin doğru olduğunu biliyordum. İşler planlandığı gibi giderse hala birkaç haftası vardı ama hamileliğinin son zamanlarında beni yanında görmek istemesi, en büyük hakkıydı. Üstelik kötü bir şey olursa en çok ben pişman olurdum.
Dönüş vaktim yaklaşıyordu.
Üstelik gerçek hayattan daha fazla kaçamayacağımı kabul etmek zorundaydım. Dönmeli, yayınevimle toplantı düzenlemeli, Çimen'i bir şekilde bitirmeli, onu bitiremiyorsam da araya başka bir kitap almanın yolunu bulmalıydım. Bu hayal dünyasına yeterince hapsolmuştum.
Hem Miraç konusunda, içimde bir tamamlanmışlık hissediyordum. Bana hiçbir zaman ihanet etmemişti, yalnızca toydu. Ben de toydum. Fakat geri dönüp bazı şeyleri değiştiremezdik. Hayatımıza kaldığımız yerden devam etmek zorundaydık.
Bugünün bir veda olacağının bilincinde bir şekilde yataktan doğruldum ve üzerimi değiştim. Dün, yemek sonrasında Miraç kötüleştiği için bahsettiği antik tiyatroya gidememiştik. Bugün akşam son kez oraya gidecek, yarın sabah yola çıkacaktım.
Planımdan memnun bir şekilde, Ekin'i görmek umuduyla otelin binasından dışarı çıktım. Dün olduğu gibi bugün de köşede bir salıncakta oturuyordu. Elinde bir kahvaltı tabağı, yüzünde hep olan umursamaz ifadesiyle bahçede koşturan iki çocuğu izliyordu.
Kararlı adımlarla yanına ilerledim. O huysuz yüz ifadesinin altında yatan kız çocuğunu benden daha iyi kimse bilemezdi.
"Pişt, suratsız!"
Yüzünde bir şok ifadesiyle, bana döndü. "Sen bana suratsız mı dedin?" derken elinde bir salatalık tutuyordu.
"Suratsız değil misin?"
"Bak, hala arkadaş olduğumuzu sanıyorsan..."
"Kalk," dedim lafını keserek. "Biraz gezelim. Yarın buradan gideceğim."
Bu, dikkatini çekti. Bana döndü, bakışlarını gözlerime sabitledi ve gelip geçen hayal kırıklığını bir saniye için gördüm. Hemen sonra, tekrar o duygusuz tavrını takındı. "N'apayım?"
"Ekin," dedim net olduğunu umduğum bir sesle. "Kalk. Gezeceğiz."
"Nereyi?"
"Bilmiyorum. Kaş'ı da bilmiyorum ama arabayı alacak, gidebildiğimiz kadar uzağa gideceğiz. Konuşacağız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Falez ve Kırlangıç
Romance"Bir denizcinin evine dönmesi, kırlangıçların umurunda olmaz." Çimen'den tanıdığımız İrem Ardıç'ın hikayesidir. Bu hikayeyi okumuş olmak için Çimen'i okumuş olmanız gerekmez ancak okuduysanız elbette konu bütünlüğü açısından küçük bir fark hissedece...