Onu görmeyeli seneler olmuş gibi hissediyordum; oysa yalnızca birkaç gündür görüşmüyorduk. Bahçedeki hasır sandalyelerden birinde oturmuş, dikkatle telefona bakıyordu. Öyle çok odaklanmıştı ki bu mesafeden bile işle ilgili şeylerle uğraştığına emindim. Tamamen izin almamış, işleri uzaktan yöneteceğini söylemiş olmalıydı. Belki yarın basılacak bir yazıyı kontrol ediyordu, belki de çalışanlara emir yağdırıyordu, kim bilebilirdi ki?
Ben hayret içinde donakalmıştım ama Miraç, olayın vahametinin farkında değil gibiydi. Hemen peşimden ilerledi, durmamı umursamayarak öne doğru ilerledi, bahçenin içine girdi. Ancak ben, birkaç adım ardında kaldığımda garipliği fark etti ve durup bana döndü. Orada, benden birkaç adım ötede Miraç ve onun da ilerisinde henüz her şeyden habersiz Emir oturuyorken, Kaş'ı ateşe verip kaçmak dışında bir çözüm gelmiyordu aklıma.
Miraç kaşlarını çattı, bana tuhaf bir şey görmüş gibi baktı. "İrem? Sorun ne?"
Her şeyi başlatan da bu soru oldu. Adımı duyan Emir, başını gömdüğü telefonundan hızla kaldırdı ve gözleri, tam olarak nerede olduğumu en başından beri biliyormuş gibi beni buldu. Başta Miraç'ı fark etmedi ya da önemsemedi ve aramızdaki mesafeyi kocaman adımlarla kapatarak beni kolları arasına aldı.
Kendimi bir anda, tanıdık bir dünyanın içinde buldum; tanıdık bir koku, tanıdık bir tutuş, tanıdık kollar. Burası, içinde senelerdir yaşadığım kollardı. Güvenliydi, korkunç bir yanı ya da belirsizlikleri yoktu. Güvenliydi. Tamamen güvenli.
Kolları beni sımsıkı sardı ve beni kendine bastırdı. Başım omzuna daha da yaslanırken kendimi, tüm bunlara rağmen neden rahatsız hissettiğimi anlayamadım. İçimde bir huzursuzluk, bir karın ağrısı vardı. Ama geri çekilmeye de içim elvermedi, onu bir anda bırakıp gitmiştim ve şimdi her nasıl olduysa, beni bulmuşken onu itemedim. İstediği kadar sarılmasına izin verdim.
Ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre boyunca sarılı kaldık. Ayrıldığımız esnada yüzünde bir kızgınlık, kırgınlık belirtisi olacağını zannettim ama tamamen sakin görünüyordu. Sarılmayı bırakmış olmamıza rağmen tamamen geri çekilmemişti, her iki eli hala kollarımdaydı. Ela gözleri sakin ve ılımlıydı, hatta neredeyse şefkatle parlıyordu.
Elimde değildi, buna şaşırmadan edemiyordum. Nasıl hiç kızmazdı? Ona yalan söylemiştim, beni bir tatil beldesinde, başka bir adamla yan yana gördüğünde içine hiç mi şüphe düşmemişti?
"Bebeğim," dedi ılımlı bir sesle. "Bunu sakın bir daha yapma."
Yutkundum. Miraç'ın tam arkamda olduğunun ve bizi duyabildiğinin farkındaydım. Bu, beni rahatsız etmiyor olmalıydı ama kendime engel olamadım ve sesimi bir fısıltı halinde tuttum.
"Beni nasıl buldun? Hiç mi kızmadın?"
Kaşları çatıldı ve gözlerindeki kararsızlığı gördüm. Uzun uzun baktıktan sonra, kollarımdaki elleri, ellerime indi. Ellerimiz birleşti, kalbim garip bir şekilde tekledi. Emir'in beni Miraç'la görmesini istemiyor olmalıydım ama her bir hücrem, Miraç'ın beni Emir'le görmesinden rahatsızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Falez ve Kırlangıç
Romance"Bir denizcinin evine dönmesi, kırlangıçların umurunda olmaz." Çimen'den tanıdığımız İrem Ardıç'ın hikayesidir. Bu hikayeyi okumuş olmak için Çimen'i okumuş olmanız gerekmez ancak okuduysanız elbette konu bütünlüğü açısından küçük bir fark hissedece...