Miraç haklıydı.Hikâyeye bizi de eklemem gerekiyordu.
Bunu anlamam uzun sürmemişti. Aynı günün akşamında elime kalem alıp bizi yazmaya çalıştığım ilk anda, zihnimin nerede hapsolduğunu anlamıştım.
Toparlandıktan sonra Miraç bizi, başka bir sahile götürmüştü. Kaş'ın diğer kıyısındaki limana bakıyordu ve söylediğine göre adı, İnceboğaz'dı. Suyu harikaydı. Yavaş yavaş derinleşiyordu, masmaviydi, hala biraz serindi ama umurumda değildi. Yüzmeyi öyle çok özlemiştim ki yüzmek, uzun zamandır sarılmadığım bir arkadaşa sarılmak gibi hissettirmişti.
Miraç sahilde uzanıp uyuklarken kıyı boyunca yüzmüş, güneşin tadını çıkarmıştım. Neden başımda beklediğini bilmiyordum ama umursamıyordum da. Pekâlâ gidip ben yokken rutin hayatında neler yapıyorsa onlarla ilgilenebilirdi ama bunun yerine, suya hiç girmemesine rağmen sahilde uzanıp beni beklemeyi tercih ediyordu. Ara ara çaktırmadan ona bakıyordum ama onu hiç bana bakarken yakalayamamıştım. Yani benimle ilgilenmiyordu da... kiraladığımız şezlongun altında, bu dünyada hiçbir derdi tasası yokmuş gibi uzanıyordu. Bazen uyuyordu, bazen uyanıp göğü ya da kalabalığı izliyordu.
Bana hiç bakmıyordu.
Onu düşünmemeye çalışarak, aslında genel olarak kimseyi düşünmemeye çalışarak gücümün yettiği ana kadar yalnızca yüzmüştüm. Suyun garip bir huyu vardı; sizi kaldırabildiği gibi dertlerinizi de yükleniyordu sanki. Suyun içindeyken, yere ayak basarken dert edindiğim şeyler gözüme küçük görünüyordu. Çimen bir ara yazılırdı, Emir'le işler elbet düzeltilirdi, evlenmek o kadar da büyük bir şey değildi ve Destan doğururken de hiçbir sorun çıkmayacaktı. Hiçbir sorun yoktu.
Ancak artık saat akşama yaklaştığında, güneş batmaya döndüğünde ve hava serinlediğinde ben de sudan çıkmak zorunda kalmıştım. Ben kurulanıp üzerime bir şeyler giydikten sonra kısa bir yolculukla otele dönmüştük. Miraç hiç konuşmamıştı, ben de kendimi konuşamayacak kadar yorgun hissettiğim için bu sessizliği bozmamıştım.
Otele geri döndüğümüzde izin isteyerek odama çıkmış, kısa bir duşun ardından uyuyakalmıştım.
Şimdiyse otelin bahçesinde, gecenin karanlığında oturmuş yazmaya çalışıyordum. Gündüz kahvaltı edilen o piknik masalarından birindeydim. Hafif bir rüzgâr estiğinden üzerime ince bir şal almış, saçlarımı tepemde küçük bir topuz yaptıktan sonra çalışmaya karar vermiştim.
Ve anlamıştım. Bize dair tek bir cümle yazdıktan sonra, artık biliyordum.
Bizi yazmam gerekiyordu. Zihnimin de kitabın da benden istediği buydu.
Fakat elbette, bununla ilgili de birçok sorun vardı. Mesela Emir bunu gördüğünde ne düşünecek, ne hissedecekti? Kim olsa çok üzülmez miydi? Ondan Miraç'ı, onun gidişine olan üzüntümü hiç gizlememiştim ama artık aradan yıllar geçmişti, aştığımı düşünüyor olmalıydı. Ben de aştığımı düşünüyordum. Bir kere bile arkamı dönüp bakmayacağıma inanıyordum. Peki ne olmuştu, onu bir kere görmek kapadığım kapıların açılmasına mı neden olmuştu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Falez ve Kırlangıç
Romance"Bir denizcinin evine dönmesi, kırlangıçların umurunda olmaz." Çimen'den tanıdığımız İrem Ardıç'ın hikayesidir. Bu hikayeyi okumuş olmak için Çimen'i okumuş olmanız gerekmez ancak okuduysanız elbette konu bütünlüğü açısından küçük bir fark hissedece...