Karanlığın ağırlığı yavaş yavaş adadan varlığını çekiyordu. Güneşin doğumu yavaş bir şekilde gerçekleşiyordu. İnanılmaz manzarayı kim görse gözlerini alamıyor ve doğanın mucizeviliğine kendini kaptırıyordu. Gün doğumunu izlemek paha biçilemezdi. Lona için en değerli seyir haliydi. Adanın en yüksek tepesinde, şelalesinin başladığı yerdeydi. Burası inanılmaz derecede yüksekti. Her şey ve herkes onun ayakları altındaydı. Keskin gözleri ile adanın etrafını kontrol ediyor ve her köşesini inceliyordu. Yoklardı. Kız kardeşleri hala ortalarda değildi. Hiç gitmediği ve görmediği yalnızca kız kardeşlerinin anlattıklarından bildiği su altı krallığında olmalıydılar. Hiçbir iz yoktu. Hiçbir haber yoktu. Genesis'in ölümü onları içerden parçalamıştı. O geceki çığlıkları ve yakarışları hala kulaklarındaydı. İzlerini silmek kolay olmayacaktı. Onlardan, en sevdiği kız kardeşlerinin bir parçasını söküp atmıştı. Geriye konulamaz bir hasar vermişti ikisine. Telafisi olmayan belki de hiçbir zaman, affedilmeyecek büyük bir hata.
Aldığı her nefeste, kalbinden bir parça eksiliyordu. Yalnızlık hissi bu sefer daha fazla vurmuştu. Artık yalnızdı. Etrafında pervane olan kız kardeşleri yoktu. Gelseler bile hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Olamazdı. Ondan kaçmışlardı. Kaçmayıp ne yapacaklardı? Kontrol edilemeyen bir güce tanıklık etmişlerdi. Her neredeyseler kraliçe Aglaopheme'nin bütün bunlardan haberi olacaktı ve belki de çoktan olmuştu. Ancak neden hala hiçbir haber gelmiyordu? Neden ödeyeceği bedel bekletiliyordu? Neyi bekliyorlardı? Bu hiç iyi değildi. Sessizlik Lona'yı kahrediyordu. Dıştan donuk ve sessiz dursa da, içerisi sanki cehennem ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Düşündükçe derine düşüyor, düştükçe dipsiz kuyularda sıkışıyordu. Aklı karmakarışık, bedeni volkanik bir ısının esiriydi. Bir daha ne zaman, nasıl ve nerede çıkacağı belli olmayan, yakıp, kavurucu bir ateşti. Lona ateşlerin içinde parlayan, öldürücü bir silah olan, kontrolsüz bir sirendi. Peki bunlar neden onun başına gelmişti? Bilmiyordu ancak yarın gün doğumuna kadar almayı beklediği bir cevap bulunuyordu. Ne olursa olsun cevabını almalıydı. İşler daha fazla karışmadan bu gücü kontrol edecek en ufak bir ipucuna sahip olmalıydı.
Rüzgarı dinliyordu koruyucu. Rüzgarın gittiği yönü ve okyanusun kıyıya vuran sularının çarpışması ile çıkardığı sesi seviyordu. Huzuru burada buluyordu zaten hayatı boyunca başka bir yerde görmemişti. Ada ona, o adaya bağımlıydı. Buradan başka bir dünyanın var olduğuna inanmak bile zor geliyordu onun için. Görmemişti ve kraliçesi izin verene kadar da göremeyecekti. Kurallar uyulmak için konulmuştu ve sirenlerin yanlış yapma lüksü yoktu. En azından daha fazla...
Karanlık hava gökyüzünü nasıl ele geçirdi, zaman nasıl geçti bilmiyordu Lona. Şelalesinin altında, bir heykel gibi suya gömülmüştü. Onun bu halini görecek kim olursa olsun, etkilenmeyecek gibi değildi. Müthişti. Parlak, kusursuz ve büyüleyiciydi. Kafası çok bulanıktı. Düşünceleri onu ciddi bir transa sokuyordu. Baştan sonra yaşanılanları düşünüyordu. Genesis'i, bedeninde ki volkanik hisleri, kız kardeşlerini, kraliçesini ve insanları düşünüyordu. Her şey tamamen karmakarışıktı. Parçaları yerine oturmaya çalıştıkça, sanki diğerleri bulundukları yerden sökülüyor ve bir daha eski yuvalarına oturmuyor gibiydi. Nasıl olacaktı? Tüm bu olanlar nasıl rayına oturacaktı? Bilmiyordu ancak öğrenmeyi hevesle bekliyordu. Her yaşanılanı baştan sona düşünmek elbette çok yorucuydu ancak yaşanılanlar sonunda tek bir konuya bağlanıyordu. İnsanlar. İnsanoğulları. Suyun altındaki kusursuz ve mimiksiz hali düşüncelerine göre değişkenlik gösteriyordu. Evet insanlardan nefret ediyordu ve adalarında bulunmalarından her zamanki gibi rahatsızdı ancak geçen günkü yaşanılanlarda neyin nesiydi? O insanın, neden o saatte, orada bulunduğunu merak ediyordu ya da neden kendisiyle konuşmaya çalıştığını. Bu da çözülmesi gereken başka bir gizemdi ancak o genç adamda farklı bir şeyler vardı. Koruyucu bunu baştan sona kadar hissetmişti. Tuhaf bir enerji ve yaklaşım tarzı vardı. Her zamanki saygısız ve aptal bir cesaret sergilemiyordu. Sesi gayet nazik, hoş ve çekici geliyordu. Tıpkı görüntüsü gibi. Ateşli, seksi ve esrarengiz bir adamdı Theodore. Varlığını her ortamda farklı bir şekilde belli ediyordu. Düşünceleri, yaklaşımları ve o hayret verici aptal cesareti. Ne yaptığını sandığını veya kimlerle uğraştığını bilmeden dalıyordu ortaya ve boğulma tehlikesini göze alıyordu. Lona, onun ne kadar aptal olduğunu düşünüyordu. Bir kere radarına girmişti Theodore ve dünkü çekişmeli ve kışkırtıcı sohbetlerinden sonra da kolay kolay oradan çıkacağa benzemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bilinmeyen Kıyılar
FantasyOnlarca yıl önce gerçekleşeceği söylenen bir kehanet... Su altı krallığının anneleri, üç büyüklerden olan Aglaopheme, Ceysi ve Thelxiepia'nın huzurunda yaşayan denizkızlarının, Ceysi'nin insanoğluna duyduğu aşk yüzünden, insanlarla su altı canlılar...