"Tenime değen yumuşak ve cazibeli nefesi... Yüzüme değen güçlü, aynı zamanda bir o kadar hafif elleri... ve... dudaklarıma kondurduğu mucizevi öpücüğü... Bir insana yaklaşmaktan nefret eden ben, şimdi onun daha fazla yakınında bulunmak istiyorum. Tanımlayamadığım bir kontrol mekanizmasına kendimi bırakmış gibiyim. Kendimi bildim bileli içimde oluşan güçlü nefretim, onu gördüğü ilk andan beri bir şeylerin değiştiğini hissetmişti. Duruşu, cazibesi, çekiciliği ve esrarengizliği her zamankinden daha kuvvetliydi. Sanki bedenim onunmuş, ona aitmişçesine iradem dışında hareket etti. Yaklaştı... ona daha çok yaklaştı. Bedenine gittikçe yaklaştı. O enfes kokusunu içime çekmeme sebep oldu. O anda gözlerim karardı. İlk defa... ilk defa tereddüt etmiştim. İlk defa nasıl davranacağım konusunda endişelenmiştim ve bu güne dek yapmadığım bir şeyi yapmış, orayı terk etmiştim. Ben! Ben Lona! Adanın koruyucusu, güçlü deniz kızı! İnanamıyordum. Aklıma geldikçe hala yaşanılanların hayal gücümden ibaret olduğunu düşünüyordum ancak bir sorun olduğunu biliyordum. Daha önce hissetmediğim hiçbir şeyi hayal gücümden uyduramazdım. Bu doğru değildi. Bilmediğim bir şeyi nasıl her hücremde hissederek yaşayabilirdim ki? Bu çok çılgıncaydı. Gözlerimin önünde duruyordu. Masmavi gözleri... ah o gözleri! Neden her baktığımda duraksamama sebep oluyordu? Neden bedenimde varlığını bile unuttuğum kalbimin atmasına sebep oluyordu? Tüm bunların anlamı da neydi? Neden sanki bir virüsmüş gibi bedenimde bıraktığı her hissi yayılıyordu? İnanamıyordum. Ben ve o? Gerçekten de o insanlara özgü şeyi gerçekleştirmiş miydik? Öpüşmüş müydük? Bana nasıl o kadar yakınlaşmasına izin verebilmiştim? Asla yapmayacağım bir şeyi neden kendimi yaparken bulmuştum? Ah kafayı yemek üzereyim! Bir insan ve bir deniz kızı ha? Bu asla olmamalı! Kimi kandırıyorum ki? Hayatımız onlar yüzünden bu halde değil mi? Üç büyüklerden ikisi onların yüzünden ölmemiş miydi? Kafamın karışmasına izin vermemeliyim! Kendimi hızla toparlamalı ve eski halime dönmeliyim! Kahretsin Lona! Bu aptal durumun duyulacağı olursa o zaman ne yapacaksın? Verdiğin sözler? Ettiğin yeminler? Bunca yıl gördüğün eğitimlerin? Halkına olan bağlılığın? Kraliçeye gösterdiğin saygı? Tüm bunların hepsine ne olacaktı? O insan konuşmadan önce çenesini kapattırmalıydım. Peki neden öfkelenemiyorum? Benim bir arızam mı var? Neden öfkeyle beslenen ben, şimdi daha sakin hissediyorum? Dudaklarında ve dokunuşlarında bir şeyler olmalı! Evet! Bana bir şey yapmış olmalı! Bu her neyse düzeltmesini sağlamalıyım! Aksi halde olacakları düşünemiyorum! Bunca sorunum varken birde bir insanın kuklası olmayı göze alamam! Asla riske atamam. En kısa sürede onu yalnız yakalamalıyım! Dur bir dakika neden sürekli benim gittiğim yerlerde bulunuyor? Hem bu gün benim havuzumda ne işi vardı? Tüm bunların yerini nereden biliyor? Gizli olan her şeyin içinden nasıl çıkabiliyor? Kahretsin kesinlikle neler olup bittiğini en kısa zamanda öğrenmeliyim! Buna mecburum!"
Kalbin ve beynin ürettiği birçok soru ile karmaşık düşünceler zihinleri darmaduman edebilirdi. Koruyucuda tam böyle hissediyordu. Karmakarışık ve darmaduman. Sanki bir insan tarafından alt edilmiş ve onun etkisine girmiş gibi. Zoruna gidiyordu ancak bir yandan açıklayamayacağı kadar da hoşuna gidiyordu. Keskin gözleri yaşanılanları düşündükçe yumuşuyordu. Kalbi daha hızlı atıyordu. Sürekli sorununun ne olduğunu düşünüyordu ancak kafasındaki cevap oldukça basitti. Bir insanoğlu tarafından büyülenmişti. Hem de güçleri olduğunu düşünmediği bir insan tarafından. Adanın en yüksek tepesinde oturuyor ve dalgın bir şekilde etrafını seyrediyordu. Birçok sorun üst üste gelmiş ve sıra sıra hayatını alt üst etmişti. Doğalarında öldürme arzusu ve şiddet vardı ancak bunu kendi türlerine uyguladıklarında her şey farklı olurdu. Cezaları hiç olmadığı kadar ağır, işkenceleri acımasızca olurdu. Ardı arkası kesilmeyen ve gün geçtikçe yerine yenileri eklenen sorunların duracağı yoktu. Koruyucu daha ne kadar katlanabilirdi ki? Herkes tarafından kuşatma altındaydı. Kız kardeşleri orada yoktu. Yanında değillerdi. Onları o gece, Genesis'i yaktıktan sonra kaybetmişti. Terk edilmişti. Bunu kabullenmek zor da olsa içten içe farkındaydı. Her gün adaya geri dönmelerini umut ediyor ve okyanusun acımasız ve güçlü sularını büyük bir dikkatle izliyordu. Bu günde onlardan bir iz yoktu. Ya hiç gelmezlerse o zaman ne olacaktı? Büyük ihtimalle kendi sonu da yakındı. Anlayamadığı durum ise kraliçe Aglaopheme'nin vereceği cezanın neden bu kadar uzun sürdüğüydü. Kararlar her zaman net, kurallar her zaman geçerliydi. Peki ne bekliyorlardı? İşte bu bekleyiş koruyucu için büyük bir çıkmazdı. Onların geleceği vakte kadar görevine kaldığı yerden devam edecek ve adasını koruyacaktı. Aksi bir emir gelene kadar burası onun sorumluluğundaydı ve her zamanki gibi layığıyla yerine getireceğinden asla şüphe duymuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bilinmeyen Kıyılar
FantasíaOnlarca yıl önce gerçekleşeceği söylenen bir kehanet... Su altı krallığının anneleri, üç büyüklerden olan Aglaopheme, Ceysi ve Thelxiepia'nın huzurunda yaşayan denizkızlarının, Ceysi'nin insanoğluna duyduğu aşk yüzünden, insanlarla su altı canlılar...