Sonraki bölüm için nisan ayında görüşelimm ❤️Hepinize şimdiden iyi okumalar :))
***
Bir annenin feryatlarıydı duyulan.
Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin duvarları bir annenin haykırışlarına kayıtsız kalıyordu.
Bir annenin ahı hiç kalır mıydı yanlarına?
"Yalvarırım, yalvarırım bebeğimi kurtarın... Yalvarırım, acı çekiyorum, yarım edin!"
Hemşireler sessiz, doktor sigara dumanını söndürmekle meşguldü. Yirmi birinci yüzyılın bilmem kaçıncı cinayeti işlenmek üzereydi. Aldığı soluklar dar geliyor kadına, kesik nefeslerinin bebeğine eklenmesini istediği zaman diliminde artık.
O yaşasın, ben öleyim, diyor. O nefes alsın, bana toprak atılsın, diyor. Gözlerinin önünden geçiyor bebeğinin hayallerini kurduğu zamanlar, gençliği.
"Delinin bebeği de anca onun kadar akıllı olur. Dünyaya bir iyilik daha yapıyoruz işte." diye zırvalandı doktor. Açılan kapıdan bir hemşire girdi, uzunca boylu ve hastanenin tek Türk hemşiresi.
"Siz ne yapıyorsunuz! Derhal doğumhaneye alınması gerekli, bebek gelmek üzere."
Diğer hemşireler kadının kollarını yakaladı. "Başımıza bir deli daha mı çıksın istiyorsun? Defol dışarı!"
Hastane, ölümle yaşam arasındaki o yer değil yalnızca ölümün mekanı olmuştu o gece yarısı. Hemşire debelendi, anne debelendi, bebek debelendi. Kan, annenin rahminden acıyla, feryatla aktı ve mucize o gece gerçekleşti. Ne bebek öldü, ne anne.
Annenin sesinden daha güçlü bir bebek sesi yankılandı boyası aşınmış duvarlarda. Doktor sigarasını yakmadı, küfürler savurup kapıya yöneldi. "Hemşire etrafı temizlesin, çok meraklıysa bebeği de."
Anne akli dengesini daha önce yitirmediyse de o gece yitirmişti. Boş gözleri kanlı ellerini izledi, avuçlarını çarşafa sürüp temizleyemeye çalıştı, çıkmadı elbette. Hemşire kordonu kesti, bebeği kucağına aldı, temizledi. Anne acılarını geçirecek tek şeyin ölüm olduğunu bile bile yaşamayı diledi o an. Fakat bir bebeğe bakacak gücü olmadığını biliyordu.
"Adı ne olacak Hanımefendi?"
Kadından ses gelmedi, tepki dahi yoktu. Ölüme değil ama derin bir uykuya dalmıştı.
***
"Gümüş Yüzük"Yatakta sağa veya sola dönmek hiçbir şey teşkil etmiyordu artık bedenim için. Gecenin bir vakti hala uykusuz ve gözlerim açık öylece duruyordum odamda. Müştemilattaki odamda değildim çünkü dün olanlardan sonra babam yukarıda kalmamı söylemiş, kapıya korumalar dikmişti. Bugünse yanıma geleceğini haber vermişti, onu beklememi söylemişti, saatler geçmişti; ses seda yoktu.
Balkona çıktım fakat bir süre sonra üşüyüp tekrar odama döndüğümde kapı çalındı. Babam içeri girdi. Yüzünde düşünceli bir ifade, kolunda ceketi ve kravatı vardı.
"Otur karşıma." dedi kısaca. Ben yatağımın ucuna otururken o da makyaj masamın önündeki sandalyeyi çevirip oturdu. Yüzünde garip bir hüzün peyda olmuştu. Bakışlarını yerden indirip sonunda beni bulduğunda anlamlı anlamı baktı bir süre.
"Efsun." dedi, yıllar sonra ilk kez. "Birilerinin ölmesini istemiyorsan ben yokken kendine dikkat etmek zorundasın." Bu vasiyeti anımsatan bir konuşmaydı. "Ne yazık ki tek başına başarabileceğin bir şey değil bu. Fakat bunu geciktirip olmamasını sağlayacağım." Bakışları yerde sabit kalmaya devam etti. "Çağlar geçmişi en temiz, ülkemiz için benden sonra her şeyi yapabilecek kadar gözü kara biri ve bir süre ortada olmazsam onunla nişanlı kalman seni en iyi şekilde olaylardan korur."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIYAMETİ ZORLAMAK
RomanceYıl 2039; İstanbul Yunan işgalindeydi. Ofelya Zaharyas, dokunmanın, sarılmanın bile yasak olduğu sıkı kurallarla yetiştirilmiş bir genç kızdı. Kozasına sarılı altın bir kelebekken potansiyelinin farkında bile değildi. Sahte milliyetçiler, askerler...