75. TACIN SAHİBİ, Kuzey yolcuları

301 72 63
                                    

Amryn

Kuzeykara yolculuğumuz ne iyi başladı ne de iyi gidiyordu. Arasında kaldığım bir manyaklar topluluğu olunca tümden bir iyilik hali beklemek çok zor...

Güneykara sınırlarından çıktığımızda Kuzeydeki ilk köyde kamp kurdular. Sanki havasız bir kümesten çıkmış da oksijene kavuşmuş gibi neşeli hallerine bir türlü anlam veremedim, başkent, Lionell kalesi ve kralın zenginliği oysa dillere destandı. Havanın sıcaklığından şikayet edip durmalarına karşın üzerlerindeki derileri ve kürkleri çıkarıp ince giysiler giymeyi akıl etselerdi belki daha az şikayetçi olup güneykara nimetlerinin keyfini sürebilirlerdi. Neyseki kuzeye yol aldıkça kış soğuğu kendini hissettiriyor ve duyduğum tiksinç ter kokusu azalıyordu.

İsimlerinin hepsi D ile başlayan ve birbirine benzeyen kuzenlerinden biri sekizinci günde bana arsızca sokulup onunla neden hiç konuşmadığımı sordu. Başımı çevirip Lord Damy'ye baktım, o mu göndermişti bu sersemi? Az sonra ona baktığımı hissedip bana döndü ve kibirli bir gülüş attı. Başımı hiddetle iki kuzeyliden öte yana çevirdim, hizmetkarıma seslenip çadırımda banyo etmek istediğimi söyledim.

Bana yaşattığı korkuyu ve utancı unutmayacağım ve o aşağılık herife bunun bedelini ödetmenin bir yolunu elbette bulacağım. Şimdilik umurunda değilmişim gibi davranıyor, onu yok saymamı görmezden geliyor, kafilenin içinde narin bir evcil hayvanmışım gibi itinayla muamele görüyorum fakat hepsinin bana bakışları alaylı...

Kamp saçmalığı çok uzamıştı ve etrafımda sohbet etmeye layık düzgün hiç kimse yokken canım çok sıkılıyordu. Karasu kıyısındaki gür ormanlık arazi küçük av hayvanlarıyla doluydu ve sırtımdaki ok sadağım sanki beni çağırıyordu. İlk konuşmamızda bana avlanmadığını söylemişti ama bana yasaklayacağını da sanmazdım. Kamptakiler de ilginç şekilde ava çıkmıyordu, sadece kuru et, kuru ekmek, sebze ve meyve ile besleniyorlardı. Etleri de av hayvanlarına değil, köylülerden satın aldıkları çiftlik hayvanlarına aitti. Kurutulmuş sığır etinin kokusuna, aşırı tuzlu ve baharatlı yapısının sertliğine dayanamıyordum. Taze et gibisi yoktu.

Kampın son gününde avlanmak istediğim için üstelik azar işittim, Lordun kendisi tarafından! Daldan dala zıplayan iri sincabı gördüğümde hemen ok keseme davrandım.

"Onu vurabilirim! Nolur izin verin, derisinden size eldiven yaptıracağım!"

Delirmişe benziyordu öyle feci tepki verdi ki bana caniymişim gibi bakıp kulaklarını iki eliyle sımsıkı kapatarak sesini yükseltti. Avdan asla asla asla söz etmememi söyleyip beni çadırıma gönderdi.

"Sen bana emir veremezsin!" Diye haykırdım fakat duymazdan geldi. Ben bir türlü anlam veremezken Sir Esmond ve küçük Lord Damon atımın üzengisinden yakalayıp beni durdurdular.

"Leydim, leydim... Onu rahatsız ediyorsunuz. Gelin." Derken Damy ortadan kaybolmuştu.

"Sincabı mı? Ah, ormanda onlardan çok var ama!"

"Gelin." Deyip beni atımdan indirdiler. Sincabı değil, Lord hazretlerini rahatsız ettiğim söylenince bu saçmalığı anlayabilmek için onun çadırına seğirttim.

"Neyiniz var? Bana herkesin içinde sesinizi yükseltmeniz doğrusu hiç de centilmenliğe..." diye başlayacak oldum ki elini kaldırıp beni durdurdu.

Diliyle ön dişlerinin arasından inceden bir ıslık çalmaya başladı. Kamptaki tüm sesler kesilmişti. Islığı daha önce duyduğum hiçbir sese benzemiyordu, bir kağıt hışırtısı veya kuru dalların birbirine sürtmesiyle tarif edilebilirdi ama çok derinden gelen tuhaf bir tınısı vardı. Ben adamın manyağın teki olduğuna iyice emin olmuşken çadırın kapısından bir tıkırtı geldi, başımı çevirdiğimde ürkekçe sokularak ona yaklaşan kızıl sincabı gördüm. İrkilemeyecek kadar şokta oluşum adamı güldürdü. Sakin olmamı işaret etti fakat zaten kıpırdayamıyordum.

KILIÇ MAKAMI - TamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin