Herkese merhabalar yeni bir bölümle sizlerleyim.
Keyif almanızı temenni ederim... ♥
Burnuma değen bu şey de neyin nesiydi? Gözlerimi artık açmalıydım. Acıkmış karnımı doyurma fikri daha gerçekçi geliyordu. Göz kapaklarımın ardında aydınlanmış günün saflığı duruyordu ama ben uyanmamalıydım. Öyle ya annem birazdan kahvaltı için çağıracaktı hepimizi. Yaptığı kahve kokusu nefesime karışıyordu. Gülümsedim. Babam her zamanki gibi gazetesinin satırlarına gömülmüş olmalıydı. Benim minik kaplanım nerede kalmıştı. Okula geç kalacaktım kesin. Kalırdım değil mi? Kalırdım ve bu zamana çakılırdım. Kucağıma atlayan Doruk beyaz elbiselerinin için de ellerindeki çikolatayı yüzüme sürüyordu. Kollarını tuttuğumda gülümsemişti.
"Seni canavar seni, sakın anneme ispiyonlama beni. Suç ortağı ilan ederim seni de. Çabuk banyoya."
Kıkırdayarak koşan Doruk'un sesi uzaklaştı da uzaklaştı. Odam uçsuz bir uçuruma açıldığında yeniden uyumak istiyordum. Uyumak ve çocukların üstüne çikolata bulaştırmış dünyasında kalmak...
Yeniden açtığımda gözlerime yansıyan görüntüler ve tanımadığım bu yerin yabancılığı beni ve gerçekleri bir hançer gibi saplamıştı yüreğime. Koluma çizilen acının köklerini tutup koparmış ve başımı döndüren bu renk ile gidip gelmiştim. Bugün dün olamazdı.
Dünün düşünde bugünün yarınındaydım.
Bir renk o ki benim için göklerden silinen bir renk vardı benden ailemi söküp alan. Seyrek adımlarla ve hâlâ kendime gelemeyen aklım ile kapıyı aralamıştım. Dönen başım ile aralanan kapının önünde karşımda hiç tanımadığım onlarca adamın benim bekçiliğimi yaptığını anlamam birkaç dakikamı almıştı. Onlardan başka kimse yoktu koridorlarda. Ben normal yaşamayı seçmiştim ama babamın kim olduğunu iyi biliyordum. O Ali Doğan'dı. Alanının ve zamanın en iyi iş adamı! Onunla yarışacak kimseyi tanımıyordum. Onun bir imparatorluğu vardı ve tek varisi ben kalmıştım. Kaldığım bu yer dahi ona aitti. Bunu anlamak zor değildi. Ben ve kardeşlerim bu koridorlarda büyümüştük. Koridorda ilerlerken karnıma saplanan acı ile iki büklüm kaldığımda kolumu yasladığım pencerenin kolonlarını son an da yakalamış gibi çarpılmıştım sanki.
Birkaç adam benim bu hareketimle bedenimi tutmaya kalkmış ama elimle onları durdurmuştum. Üstüme dikkat ettiğim bakışlarım bana ait olmayan hastane kıyafetleri ve bir sabahlık vardı varlığını koruyan. Pencereyi aralayıp çarpan havanın serinliğiyle bana etten kalkan olan bu adamlara kaymıştı bakışlarım. Ruhsuz tavırlarım onları tedirgin ediyor olmalıydı.
Yokluğun tadına varmış bir insanın varlığından şüphe etmek bence hiç de şaşırtıcı olmamalıydı.
Sert esen rüzgârlı ve yağmurlu havanın soğukluğu bana hiç güzel anıları çağırmıyor, kalbimi acıtıyordu. Arkamda beni bekleyen babamın en sadık adamı Yalın Bey sessizce ayakta dikiliyordu. Gözlerimi ağlayan gökyüzünden çevirmiştim onun tarafına. Nefesim hâlâ benimleydi. Havanın damarlarıma karışmasına tanıklık ediyordum. İnsan kalmıştım ben ama ruhum toprağına karışmayan bedenlere hapsolmuştu. Bana bakan gözlerin hepsi kimsesizliğimi bağırıyordu yüzüme.
Senin gözlerin kime kaldı şimdi? Sen öldün Mehir, zira üstüne yağan yağmurları görmüyor musun?
Ayakta istifini kaybetmeden benim nidamı işitmeyi bekleyen Yalın Bey'in gözlerine bakmıştım. Bir insanın gözlerine yansıyan bir ben yoktu artık. Gerisin geri pencereden dışarı baktığımda hâlâ yaşamaya direten acımasız hayatın yüzüne döndüm. Burası benim son noktamdı. Sonuma sığdırdığım kimliğimdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOĞUK CEHENNEM
Misterio / SuspensoKatilinin gölgesinde yaşayan bir kadın! Onuru ve şerefi için var olan, bütün benliğini ailesine adamış bir evlat. Bir insanın elinde kaç kez ölünür? Katilinin peşini bırakmadığı bir dünyada ona sunduğu hayatı yaşarken kaç kez kendinden vazgeçilir...