Yanılgının Tutsağı Part 1

28 2 0
                                    




Merhaba sevgili okur.

Umarım iyisinizdir.

Sevgi ve saygıyla kalın.

Keyifli okumalar dilerim...

Bomboş bir sayfanın tam ortasında beyazlığın içindeki bütün renklerde kaybolmuş gibiydim. Var mıydım, yoksa artık ölümün kolları beni bu boş durağın ortasına bırakıp gitmiş miydi bilmiyordum. Ölüm bu muydu? Kendimi bulamadığım bu nokta ölüm girdabı yahut ölümün kendisi miydi?

Bakan gözlerim yok olmuştu sanki. Her yer bembeyaz ve hiçbir rengin varlığına anlam katamayacak kadar saftı.

Kendi etrafımda dönüyor, attığım adımları bulamıyordum. Adım atıyor muydum bilmiyor ve ilerlemeye çalışıyordum. Bir çığlık vardı ama kulaklarım yoktu. Ne ellerim artık duyu sahibiydi ne de ben bir insan kavramına sığabilecek bir karanlıktım. Kestiremedim bu yer benim vardığımın son noktaydı.

Bu yer belki de benim kaldığım, olduğum ve olacağım yerdi kim bilebilir. Sıkışmış bir kâğıt parçasının için de kaybolmuştum. Çıkmak için çaba sarf edeceğim soluklar vardı. Sıfır kadar etkisiz bir eleman olmak değildi elbette ki niyetim. Hissiz ve yoksundu bedenim. Hiçlik burasıydı. Ben asla bir hiç olmak istemiyordum. Gitmek istiyordum.

Yürüyordum zifiri beyaza karşın. Başka bir ışık, başka bir kavram yoktu. Sanki beyazın içine bırakılmış beyaz bir kavramdım. İlerledikçe içine karıştığım beyazlık benden biraz daha çalıyor ve kendine katıyordu. Bu beyaz bendim ve beni derinlerinde istiyordu. Durmak istemese onun zaferi olacaktı. Beni içine hapsedecek ve bir daha hiçbir renk olmayacaktı etrafımda. Bir çığlığın eteklerinde koşuyordum. Bu ses bana aitti. Sesim adeta semanın mertebelerini aşmış ve ulaştığı renklerin beraberinde beni bulmanın arzusuyla yanıyordu, bunu hissediyordum.

Durmuyordum, sürekli koşuyor ve koşuyordum. Nasıl nefesim yetip de bulmuştum ruhumu bilmiyorum. Bu buluşma beni yeniden çağırmış yeniden ve yeniden bağırmıştı. O sese koştuğumda yanı başıma gelen kişi benimleydi. Ayaklarım hükümsüzdü artık. Sesim sahibine bıraktığım ruhumun sabırsızlığı vardı üzerimde. Renkler yoktu. Beyaz ve daha çok beyaz vardı her yerde. Bu sesin kollarında beyazlık kavramı yerini bir ampulün sönüşünü andırıyor, yerini karanlığa bırakıyordu. Berraklıktan ziyade karanlık gözlere aittim. Uçurumun eşiğinde, patlamanın son noktasındaydım.

Düştüğüm bu yer her rüzgârın karşılığında bana bir renk bahşediyordu adeta...

Gözlerim aralanırken nerede olduğumu çözemiyordum. Buluştuğum ışıkların gözlerimi almasıyla yeniden kapanmaya zorlamıştım. Sızlayan uzuvlarımın acısıyla yüzümü buruşturuyordum. Boğazımın acısı ve gırtlağımda hissettiğim hortumun varlığı canımı daha çok yakıyordu. Kaşlarım çatılırken koluma dokunan bir el beni irkmiş ve ona bakmaya zorlamıştı.

"Hera Hanım beni duyabiliyor musunuz?"

Yanan bedenime karşın kadının kelimeleri beynimde yer ediyordu. Yüreğimden kopan acı konuşmamı engellemişti. Onayladığım bakışlarımla kadını harekete geçirmiş ve beni gerçeklerin bir bir önüme geldiği bu beyaz odada yalnız bırakmıştı. O gün, o ateş...

Kim beni o yangının bağrından çekip almıştı. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Son duyduğum şey telefondan yükselen Boran'ın feryatlarıydı. Peki ya kimdi!

Yeniden doğan bedenim ilk sancılarını bariz bir şekilde çekiyordu. Bir kişinin odama girmesi ile boğazımı yırtan adı her ne ise sökülüp atılmıştı benden. İçeri giren beyaz önlüklü bir kadın bana cevaplar kitabı olacaktı.

SOĞUK CEHENNEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin