Bölüm 3

139 5 12
                                    

Saldırı haberi öğretmenler odasında gündemimizde yer edinmişti. Günlerdir ne kadar şanslı olduğumuzu konuşuyor, oradan çıkmamış olsaydık başımıza gelebilecekler konusunda birbirimize ah vah ediyorduk. Mine bir ara saldırganın Taner'in dansını gördükten sonra psikolojisinin bozulup bunu yapmış olabileceği konusunda dalga geçmiş, sonrasında söylediklerinden korkup tövbe ederek yanlış bir şey deyip demediği konusunda benden onay beklemişti. Tebessüm edip omzumu kaldırıp indirdikten sonra elini stresle yüzüne kapatışını izledim. Bacağını hızlıca titretiyor söyledikleri yüzünden başına bir şey gelebileceğinden korkuyordu.

"Böyle dedim diye karma marma olmasın sonra kız? Dur, Seray'a sorayım. O bilir."

Karmayı bilemezdim ama Taner Hoca'nın Mine'den dans muhabbetinin intikamını alacağına emindim. Taner Hoca okulda sağlam bir imaj çizmeye çalışıyordu zaten mafya filmlerinden fırlamış gibi olan görüntüsü buna yardımcı oluyordu da. Ama o, yine de takım elbise yerine daha çok spor giyiniyor, ifadesini yumuşatmayı deneyerek kendisine havalı, tarz, modern bir görüntü vermek istiyordu. Ne kadar başarılı olduğu bilinmez, Mine ve ben onun bu planını ara ara sekteye uğratıyor, yakaladığımız konulardan onu vurarak imajını zedeliyorduk. Bir keresinde onu takım elbise giymiş haliyle yolda yürütmüş, arka fona Kurtlar Vadisi müziği koymuştum hatta bu videoyu okul grubuna atma konusunda zaman zaman tehdit ediyordum. Okulda sevgilisine karşı ne kadar romantik olduğunu anlattığında onu isteğinin aksine övmüyor, dalga geçiyordum. Biliyorum çocukçaydı ama ne yapalım, öğrenci değildik ve biz de bunlarla eğleniyorduk işte.

***

Okul çıkışı haftanın iki ya da üç günü yaptığım rutini yapıp kahve içmeye karar verdim. Bulunduğumuz yerde çok bir seçenek olmadığından kahvesini en beğendiğim kafeye gidip her zaman oturduğum yere yerleştim. Gelen garsona latte sipariş etmiştim. Kendimle zaman geçirip bir yerlerde oturmayı seviyordum. Buraya geldiğimde asosyalliğimi yenme konusunda çalışmış ve her günümü bir etkinlikle geçirmiştim. Arkadaş edinebilmiştim, bu çok güzeldi ama bazen beni yoruyordu. Bir yerden sonra etkinlikleri ben düzenlemeye başlamıştım ve bu beni oldukça yıpratmıştı. İşin sonunda okul çıkışı arkadaşlarımı çağırsam yalnız kalmayacak seviyedeydim ve bence sosyallik konusunda başarılı bir çizgi çizmiştim. Bunun karşılığında hayat beni Haki'yle cezalandırmıştı ama neyse o konuya girmeyecektim. Öyleyse sosyalliğe biraz ara verebilirdim. Bir süre garsonun önüme bıraktığı yuvarlak karton bardaktan çıkan ince dumanı izledim, onu şimdi içersem ağzımı yakabilirdim. Karton bardağın kenarını açıp soğumasını bekledim. Gün içinde yaşadıklarımı düşünmeye başladım. Bugün verimli bir şekilde ders işlemiştim, öğrencilerimle eğlenmiştim; arkadaşlarımla gülmüş, hayatıma güzel anılar eklemiştim. Seray'la uğraşmış, onu sinir etme denemelerimdeki başarısızlıklarıma bir yenisini daha eklemiştim. Onu kızdırmayı bir türlü başaramıyor, uğraştıktan sonra bunu muziplik için yaptığımı belli ederek tatlı tatlı "Kızdın mı?" diyordum. O da "Yoo!" deyip amacımın aksine beni kızdırıyor, içten içe muhtemelen beni sinirlendirmenin keyfini sürüyordu. Bir insan nasıl bu kadar sade, sakin, umursamaz ve buna rağmen bu kadar şanslı olabiliyordu? Hiçbir şey için olmasa da umursamazlık konusunda ona özeniyor, bir nebze olsun umursamaz davranıp hayatın bütün güzellikleri ayaklarıma kadar getirmesini istiyordum. Bütün güzellikler olmasa da olurdu. Sadece bir tane, bir tane güzel bir şey... Kahvemi içip bitirdikten sonra kare, sarı, metalik bir şeye yazılmış masa numarasını alıp kasanın oraya geçtim. Garson numaraya ekli kahvenin fiyatını söylerken çantamdan cüzdanımı bulmaya çalışıyordum. Bunu yaparken biraz oyalandığımdan kasanın kenarına çekilip kapıdan gelen müşterinin geçmesi için müsaade ettim.

"Bir latte alabilir miyim?"

Müşterinin sesi tanıdık geliyordu. Ama pek sık duyduğum bir ses değildi. Bir öğrenci velisi, araba sürme kursundaki hocalardan ya da seminerlerde tanıştığım kişilerden birisi olabilirdi. Cüzdanımı bulup içinden kartımı çıkardığımda yanımda duran adamın yüzüne baktım. Siyah saçlı, esmer, sanırım ela gözlü... Seni tanıyorum ama nereden? Kasadaki adam müşterinin kahvesini hazırlamak için gittiğinden beklemek zorunda kalıp adamı nereden hatırladığımı bulmaya çalıştım. Hafızanı zorla. Esmer, bir seksen beş boylarında...Aklımda oluşan görüntüyle nefesimi tuttum. Bu adam o adamdı. O gece, gece kulübünde VIP'lerin olduğu yerde karşılaştığım adam... Demek ki o da olay sırasında kurtulanlardan biriydi çünkü biz çıkarken o henüz gitmemişti. Kapıya doğru giderken onun balkondan pisti izlediğini görmüştüm, kısa bir anlığına göz göze gelmiş bile olabilirdik ya da ışığın bir aldatmacasıdır, bilemiyorum. Acaba neden buradaydı? Yoksa benim VIP'lerden olmadığımı anlayıp takip mi etmişti? Yok artık! Abartma, İnci! Olayın faili o gece öldürülmüştü. Konunun benimle bir ilgisi olmadığı aşikardı, öyleyse bu karşılaşmaya tesadüf denilebilir miydi? Adamın yüzüne kaçamak bakışlar attığımdan olsa gerek dikkatini üzerime çekmiştim. Bana bakmasıyla bakışlarımı karşıya sabitleyip sanki ona bakan ilk, ben değilmişim gibi kahve çekirdeği fotoğrafını izlemeye koyuldum. Gözlerinin üstümde olduğunu hissediyordum. Belli ki o da beni hatırlamaya çalışıyordu veya çoktan hatırlamıştı. Belki de ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Kahvesi hazırlanıp tezgaha konulduğunda poşete uzanıp aldı. Kasadaki adam kahvenin fiyatını söylediğinde ödeyip öylece geçip gidebilirdi ama bunun yerine bir centilmenlik örneği sergilemişti.

AVENTURİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin