***
Ara verdik diye hiç mi bölüm atmayalım yani :) Dayanamadım yine... Vazgeçilmez'e bölüm atarken bir baktım Aventurin'e gelmişim... ;) Araya devam tabii...
***
Kalbim güm güm atıyordu. Çığlık atmak istemiştim ama el öylesine sert tutuyordu ki sadece mırıldanabilmiştim. Bu pozisyonda kaldığımda izlediğim hiçbir Quantico dizisini, hiçbir Wing tsun hareketini uygulayamıyor, hep kitlenip kalıyordum. Bir şekilde hiçbir şey yapamıyorsam bile dudaklarımı arayabilmeli ve eli ısırabilmeliydim, böyle bir plan yapmıştım ya da karnına dirseğimi de geçirebilirdim. Ne yapmalıydım? Ne yapsam beni duyarlardı? O kadar koruma vardı, bu düşman içeri nasıl bu kadar kolay sızabilmişti? Beynimde oluşan sorular bilgisayar verileri gibi gözlerimden akarak ilerlediğinde kulağıma çok yakından gelen melodiyle çırpınmayı bırakıp gözlerimi yumdum. Telefon zili Serkan'a aitti. Çok geçmeden yanılmadığımı belli edecek şekilde kulağıma fısıldadı.
"Birine mi bakmıştınız?"
Gece kulübünde arkamda dururken de bunu söylemişti. Bunu söylemiş ve beni o zaman da bu geceki gibi korkutmuştu. Gerdiğim tüm kaslarımı bırakıp sesli bir nefes verdim. Elini ağzımdan çekip beni kendine çevirdi. Kollarını belime dolamıştı.
"Söylemen gereken şeyler vardı..." dedi onu gıcık etmemin intikamını aldığını belli edercesine. Gözlerimi üstüne dikip dişlerimi birbirine geçirerek dişlerimin arasından tısladım.
"Ruh hastası! Ruh hastasısın, sen!"
Onu itip kollarından kurtulduğumda peşimden gelip kolumdan tutarak beni durdurdu. Gülümserken yanağının yanında küçük bir katlanma oluşmuştu. Normalde bu görüntü hoşuma gitse de şu an sadece sinir ediyordu. Kolumu çektim, yüzüme onunki kadar ruh hastası gibi görünmese de ona benzer bir gülümseme yerleştirmiştim.
"Şimdi ne yapacağım biliyor musun? İçeriye gideceğim ve anneme çok büyük bir kavga ettiğimizi, senden ayrılacağımızı söyleyeceğim. Görürsün, sen! Çek ellerini!"
Serkan bunu yapacağımı anladığında beni birkaç kez daha tutmaya çalışmış ve bunu başaramamıştı. Önüme dikildiğinde daha fazla ilerleyemeyip gözlerimi gözlerine diktim. Ona bakarken çok öfkeliydim ama sonrasında... Birkaç saniye sonrasında öfkem anbean dinmişti. Nasıl oluyordu da bu kadar gıcıkken böyle güzel bakabiliyordu, anlayamıyordum. Elini ön tarafta bir tutam olarak bıraktığım saçlarımda gezdirip onları kulağımın arkasına topladı. Arkadaşça... Bunu arkadaşça yapmıştı. Saçlarıma dokunduğunda beni sakinleştirebiliyordu. Bunu nasıl yapabiliyordu? Ben bile böyle bir zaafımın olduğunu henüz keşfetmiştim. Başımı yana atıp gözlerini izledim. Bir şeyler söylemeye başladı. Şiir gibiydi... Muhtemelen şiirdi.
Yaz ortasındaydı
Ve gece yarısı,
Ve yıldızlar yörüngelerinde
Ölgün ölgün pırıldarken,
Daha parlak ışığında
Kendisi göklerde
Köle gezegenlerin arasında,
Işığı dalgalarda olan soğuk ayın.
Soğuk tebessümüne dikmiştim gözlerimi
Fazlasıyla - fazlasıyla soğuktu benim için
Derken kaçak bir bulut,
Geçti örtü niyetine,
Ve ben sana döndüm,
Mağrur akşam yıldızı.
Senin ışığın daha değerlidir benim için.
Çünkü yüreğime mutluluk verir
Göklerdeki gururun geceleri,
Ve daha çok beğenirim
O alçaktaki daha soğuk ışıktan
Senin uzaktaki ateşini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AVENTURİN
General FictionTemiz ve berrak bir geceydi. Yıldızlar kendi arasında sanki hangimiz daha parlak diye aralarında yarışıyorlardı. Şehirden bu kadar ışık yansırken yıldızlar nasıl bu kadar güzel görünebiliyordu? Hayat vardı, umut vardı, insanlar mutlu olmak için bir...