Gözlerimi araladığımda bacağımı koltuğun tepesinden indirip karşı koltuğa baktım. Serkan orada yoktu, çoktan uyanmış ve buradan gitmişti. Nerede olduğunu bilmiyordum ama iyi ki de burada değildi, beni bu halde görmemesi iyiydi. Neyse ki pikeyi bacaklarıma dolamış ve istediğim yerleri kapalı tutmayı başarmıştım; pikeyle boğuşmuşum da denilebilirdi, tabii. Hapsolduğum pikeden kurtulmaya çalıştım; bunu yaparken koltuğun enini hesaplayamamış, yeri boylamıştım.
"Ah!"
Yerden kalkıp pikeyi sinirle yan tarafa fırlattım. Etrafıma bakınıp gözlerimi tavanda gezdirmeye başladım. Acaba evin içinde... Kamera falan var mıydı, birileri bu görüntüleri kayıt altına alıyorlar mıydı? Yok, canım daha neler! Ama drone var, hırsızlar için sistem, sinyal kesiciler var... Kamera neden olmasın? Evde kamera olup olmaması umrumda değildi ama Serkan umarım bu kısımları bir yerlerden izlemezdi. Kapıdan ses geldiğinde dikkatimi o tarafa verip kapıya doğru ilerledim.
"Kim o?"
Soruma cevap alamamıştım ama kapıyı görebildiğimde tanıdık bir yüzle karşılaştım. Serkan eliyle, alnının üzerindeki ter damlalarını alarak önümden geçip şifreyi tuşladı. Bunu kapıyı her açtığında yapacak mıydı? Ben girsem ya da çıksam ne olacaktı? Allah'tan bu eve bir daha gelmek gibi bir niyetim yoktu ve yanımda Serkan vardı. Peki o, şifreyi hiç mi unutmuyordu? Sonuçta kağıdı yakmıştı. Belki de şifre dayısıyla arasında özel bir tarihti. Serkan bana döndüğünde bej tişörtün önünün sırılsıklam olduğunu fark ettim, bu sırada sık alıp verdiği nefesini düzene sokmaya çalışıyordu. Muhtemelen sabah erkenden kalkıp ormanda koşu yapmıştı. Bu fizikte kalmak elbette zordu ve sıkı çalışma gerektirdiği her halinden belli oluyordu.
"Günaydın. Masaya kahvaltılık bir şeyler bıraktım. Sen ye, ben de duş alayım sonra çıkarız." deyip herhangi bir tepki vermemi beklemeden içeriye doğru geçti. Saat kaçtı? Yedi falan mı? Bu saatte eve gitsem acaba Yağmur uyanıp bana kapıyı açar mıydı? Kim bilebilirdi ki? İçimde geçen soru fırtınasına aldırmadan Serkan'ın dediği şeyi yaparak mutfaktaki masanın üstünde hazırlanmış sandviçi buldum. Hazır sandviç değildi, belli ki bu şeyi markete giderek kendi alıp hazırlamıştı. Bu saatte açık marketi nereden buldun, acaba? Sandviçin içinde domates, kıvırcık, peynir, salatalık ve salam vardı. Sevdiğim şeyleri nasıl bilebiliyordu peki? Telekinetik güçlere falan mı sahipti? Mesela salam... Onu herkes sevmezdi. Benim hakkımdaki araştırması gerçekten de bu kadar detaylı olabilir miydi yoksa bir tesadüften mi ibaretti? Su ısıtıcısında su ısıtıp masadaki sallama poşetiyle kendime çay yaptım. Sandviçi yerken dün akşamdan beri kek dışında hiçbir şey yemediğimi ve çok acıktığımı fark etmiştim. Açken çok huysuzlanırdım, neyse ki bu yönümü Serkan'a çok fazla yansıtmamıştım. Ağlamam ve onu yumruklamamı saymazsak, tabii... Ama onu da durduk yere yapmamıştım, hak etmişti sonuçta. Dünkü yaşadıklarımın travmadan mı yoksa açlıktan mı kaynaklandığını anlayamayarak bu detayın önemsiz olduğuna kanaat getirip düşünmeyi bıraktım. Lezzetli sandviçi yemeyi bitirdikten sonra bardağımı yıkayıp oradaki bulaşık sepetine dayadım. El bezi bulamadığımdan bir peçeteyle masayı silip çöp kovasına attım. Bunu yaparken kulağıma bir ses ilişmişti. Bir şeyin düşme sesi gibi bir şey... Tedirgin olarak içeriye doğru seslendim.
"Serkan, bir şey mi düştü?"
Seslendiğimde dönüt alamayıp büyük evin içerisinde ilerledim. Ses bir kez daha geldiğinde olduğum yerde sıçrayıp içimdeki garip hisle kalbimin yandığını hissederek elime silah sayılabilecek uzun, ince bir biblo aldım. Elimdeki şey, altın sarısı bir adam figürüydü. Umarım Serkan'ın dayısı ünlü bir aktör falan değildi, gerçi bu gerçek bir Oscar ödülü de değildi ama her neyse işte... Sesin geldiği yöne doğru ilerleyip bir odanın önüne vardım. Yavaşça kapıyı açarak odanın kapısını araladım, önüme biri fırlamadığından biraz olsun rahatlamıştım. Odada çift kişilik bir yatak vardı. Diğer şeyler gibi buradaki eşyalar da örtülü olduğundan dolap dışındaki şeyleri seçemedim. Belki iki komodin... Temkinli bir şekilde ilerleyip bir kez daha sesi dinledim. Sonunda gözümün önünde ses bir kez daha çıktığında pencerenin çarptığını fark ederek derin bir nefes verdim, bunu yaparken gözlerimi devirmiştim. Serkan'ın odaların kapalı ve tozlu olduğunu söylediğini sanıyordum, bu cam niye açıktı ki? Arkamdan gelen gıcırtıyla hızla arkamı dönüp bibloyu havaya kaldırdım. Serkan banyonun kapısını açtığında benimle karşılaşmayı beklemediğinden olsa gerek bir saniyeliğine irkildi ve geriye doğru sendeledi. Gözlerini yumarak dişlerini sıkıp fısıldamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AVENTURİN
General FictionTemiz ve berrak bir geceydi. Yıldızlar kendi arasında sanki hangimiz daha parlak diye aralarında yarışıyorlardı. Şehirden bu kadar ışık yansırken yıldızlar nasıl bu kadar güzel görünebiliyordu? Hayat vardı, umut vardı, insanlar mutlu olmak için bir...