3 - ÇARPIŞMA

43 2 0
                                    

Bugün pazartesiydi. Bu gün ile beraber bu şirketteki 3. haftama girmiştim. Her gün aynı geçiyordu. Kalk, ye, iç, çalış, ye, iç ve uyu. Haftanın 7 gününü 7 kelimeyle kısaca özetleyince böyle oluyordu. Küçük bir çocuk gibi seke seke şirketin kapısına ilerledim. Normalde böyle yürümezdim, daha doğrusu yürüyemezdim. Çünkü hep pantolon, elbise ya da etek giymiş oluyordum. Ve açıkçası bunlar hiç rahat değildi. Eşofman takımını tercih ederdim. Fakat bu şirketin çok güzel bir özelliği vardı. Her hafta pazartesi günleri herkes istediğini giyebiliyordu. Ve bence bu çok muhteşem bir şey idi. Ben de bugün gri bir eşofman takımı giymiştim. Hadi ama! Kim pazartesi günleri içinde rahatsız hissettiği kıyafetler giymek ister ki? Ben olmadığım kesin!
Alara bugün yanımda değildi. Çünkü bugün erken gelmiştim. Yiğit Bey önemli bir işinin olduğunu ve onun için bazı evrakları kontrol edip edemeyeceğimi sordu. Yani kısaca patron beyefendiciğimiz sabah sabah gezebilsin diye işlerini bana yüklüyordu. Bu adam sadece on metre ötemde dursa bile uyuz olurdum. Bir insan nasıl bu kadar gıcık olabilir ya? Ama kararlıyım, bu adamı bugün sinir küpüne çevireceğim. Biraz da o sinirlensin yani! Hızlıca Yiğit Bey'in odasına gittim. Kapıyı tıklatmadan içeri girdim. Girdiğim gibi de kapıda kaldım. Ne oluyordu be?

Yiğit Bey ile dip dibe idik. Hızla bir adım geri çekildim ve yüzüme aptal ve sahte bir gülücük koydum. "Günaydın Yiğit Bey! Çıkıyor muydunuz? Buyurun, önden geçin." dedim sinirden ötürü yüksek bir sesle. Çatık kaşlarla sahte bir gülümseme, işte son 2 haftadır yüzümden asla -gerçekten asla- eksik olmayan o ifade! Parmağını kaşlarımın ortasına koydu ve kafamı hafifçe geriye itti. Onun kafamı geriye itmesiyle bir kaç adım daha geriye gittim. "Benim geçmem için yeteri kadar açılmazsan oradan nasıl geçmemi bekleyebilirsin?" dedi tek kaşını kaldırarak. "Bence oradan geçebilirdiniz." dedim omuzlarımı silkeleyerek. Derince iç çekti. "Masanın üzerine evrakları bıraktım. Önemli bir görüşmem var. Ben gelene kadar en az yarısını bitir lütfen." dedi yorgun bir sesle. Ne demişti o? 'Lütfen' mi? "Peki." dedim sadece. Önümden geçip gitti. Tam odaya girecekken arkamı dönüp "Yiğit Bey! Görüşmeniz ne kadar sürer acaba? Ona göre plan yapacağım!" diye bağırdım. Tek tük insanlar bana baktı ama daha sonra Yiğit Bey'i gördüklerinde bir hışımla bakışlarını çektiler. Ağır ağır arkasını döndü. "4-5 saat." dedi. Ardından büyük ve hızlı adımlarla koridordan çıktı. Odaya girdim ve kendimi koltuğa bıraktım. Bu koltuğu seviyordum be! Çantamdan kalemliğimi çıkarttıktan sonra Yiğit Bey'in masasına ilerledim. 12 tane evrak vardı. 6 tanesini aldım ve koltuğa geri oturdum. Önce yarısını bitirecektim, ve sonra diğer yarısını. Saate baktım. Saat 07:17 idi. Bu saatte kiminle görüşecekti ki? Hayır yani bu saatte kim uykusunu bırakıp görüşme yapardı ki? Hızla ilk evrağı okumaya başladım.

•••••

Elimdeki evrağı sol tarafıma bıraktım. Tüm evrakları -aslında sadece 9 tanesini- bitirmiştim. Saate baktım. 11:10. Derin bir iç çektim. Biraz kahveye ve arkadaş desteğine ihtiyacım vardı. Hızla yerimden kalktım ve odadan çıktım. Koridorları zombi gibi bir o yana bir bu yana yürüyerek geçerken en sonunda aradığım yere gelmiştim. İçeri girdim. Ben girer girmez masalardaki kafalar bir kaç saniyeliğine bana döndü. Ve ardından hepsi tekrar işine koyuldu. Bir kafa hariç. Alara hızla yerinden kalktı ve kıkırdayarak bana doğru koştu. Belime sarıldı ve ben de onun boynuna. "Hoşgeldin!" dedi sevecen bir şekilde. "Asıl sen hoşgeldin!" dedim. Kıkırdadık ve o işine ben de küçük mutfağa gittim. Kahveyi, kahve makinasına koyup olmasını beklerken mini buzdolabını karıştırıyordum. Acıkmıştım yani! Aç mı kalayım ya!

Buzdolabında bulduğum kurabiyeleri küçük bir tabağa koyup elime aldım, hazır olan kahvemi de diğer elime. Kapıya ilerledim fakat açamadım. "Alara! Kapıyı açmama yardımcı olur musun?" dedim kafamı ona çevirerek. "Geldim kuzum!" dedi. Ardından yerinden kalkıp pıtı pıtı koşarak yanıma geldi ve kapıyı açtı. Teşekkür amaçlı yanağından öpüp "Görüşürüz." dedim. O da aynı şekilde yanıtlayınca kapıdan dışarı çıktım.
Yiğit Bey'in odasının olduğu koridorun başına gelmiştim ki Yiğit Bey ile karşılaştık. Sanırım görüşmesi bitmişti. "Hoşgeldiniz Yiğit Bey." dedim duygusuzca. Bu adama karşı hiç bir duygu hissetmiyordum. Kafasını ağır ağır aşağı yukarı oynattı. Gözleri ellerimdeki kurabiye dolu tabakla kahveye kaydı. "Şey, biraz acıkmıştım da. Ah! Ama isterseniz size de getirebilirim!" dedim hızla. "Gerek yok." dedi. Teklif edildi, kabul etmedin. İyi o zaman, sen bilirsin. "Kaç evrak kaldı?" dedi yorgun bir sesle. "3 evrak kaldı Yiğit Bey." dedim. O sırada da tabaktan düşmek üzere olan bir kurabiyeyi tabağı yan tutarak yerle buluşmasını engelledim. Daha sonra gülümseyerek Yiğit Bey'e çevirdim kafamı. "Aferin." dedi soğukça. Tamam, teşekkürler bunu dediğin için. Ama insan bir kere de teşekkür ve de tebrik eder. Hani günlük işlerinin yarısını 4 saatte bitirdim ya! Aferin ne ya? Çocuk muyum ben? Alara söylemişti. Yiğit Bey 26 yaşındaymış. Benden 2 yaş büyük olması beni çocuk yapmıyordu yani!

Güya AşıkmışımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin