Günahın perdesi ile yok olmuş bu diyar kendine bir kahraman arıyordu. Ne yazık ki o kahraman ben değildim. Ben bu diyara yıkım getirecek olandım.Ben en çok yaşamı dilemiş ama en çok ölümü getirmiştim. Her yerde baharı aramış ama her yere kurak kışı taşımıştım.
Annemin dediğine göre bu hayatta tek bir görevim vardı, onun gibi olmak. Yalan yok, denemiştim ama korkularım görevimin önüne geçtiğinde işler değişmişti. Her şeyi arkama bakmadan terk etmiştim. Asıl problem ise, tek görevimden kaçarken tüm diyarın dengesini mahvettiğimde başlamıştı.
Üstümde Tanrıçaların gölgelerini, tenimde günahım yüzünden ağlayan diyarın gözyaşlarını hissediyordum. Tanrıçalar beni yaklaşan sonumdan kendi kehanetleri ile koruyor, diyara bir felaket getirmemem için çabalıyorlardı.
Ben tek bir günahın bedelini, sekizinci günahın bedelini çoktan ödediğimi düşünürken Tanrıçalar kulağıma fısıldadı. Henüz her şey yeni başlıyordu.
🪶
Gökyüzü turuncu ve mora çalarken gökyüzünde salınan yüksükleri izlemeye başladım. Küçük kanatlarla kaplı kuyruklarını gökyüzünde çırpıyor gönüllerinin istediği gibi uçup birbirleri ile oyun oynuyorlardı. Genellikle hepsi farklı renkler barındırsa da çoğunluğu aynı rengi paylaşıyordu. Güzel mavi tüylerinde takılı kaldım. Mavi, benim olmam gereken renkti. Hayata açtığım saf mavi gözlerim bir günahın lekesi ile yeşile boyanmıştı. Gariptir ki bana ait olmayan tek günahım buydu. Mavilikleri ile orada öylece uçarlarken onların yerinde olmak için her şeyimi verebileceğimi fark ettim. Bu diyarda özgür olmak onlara mahsustu. Kast sınıfına göre özgürlük anlayışı değişiyordu.
Köylerdeki insanlar günlük yaşamlarında özgürlerdi ama krallığının yasalarının sorumluluklarını taşıyorlardı. Krallıkta yaşayanlar içinse özgürlük ulaşılabilir değildi. Her günleri hatta her saatleri kraliyet soyunun istediği, arzu ettiği nizamda yaşıyorlardı. Askerler üstlerini, prens ve prensesler anne ve babalarını dinliyor hatta kral ve kraliçeler bile diğer krallıkların nizamlarına uyuyordu. Aslına bakacak olursak hiçkimse istediği gibi uçup gökyüzünde dans eden bu canlılar kadar özgür değildi, olamazdı.
Peki ya ben? Şu anda özgürdüm, istediğim çayırda istediğim krallıkta bir yaprak gibi savruluyordum. Hayatım boyunca ilk defa uymam gereken nizami bir yaşam yoktu. Elbette böyle bir özgürlük ne bedelsiz ne de uzun süreli olurdu. Hiç sahip olmamam gereken özgürlüğü bir sevinçle kucaklarken ödediğim bedel ellerimin arasına vuran her rüzgarda parmak boğumlarımda bir cızırtı gibi hareket ediyor, bana değip değmediğini soruyordu. Eh, sonuçta bedelini ödemiştim. Elimden alınana dek keyfini çıkarmalıydım. Çünkü biliyordum, bir gün bu elimden alınacaktı.
Yanımdaki adım sesleri ile harelerimi gökyüzünden çektim. "Asir" onu görmek her seferinde içimi ısıtıyordu. Yüzümü bir gülümseme kapladı. Asir, benim aksime başkentliydi. Benim siyahlıkla parlayan saçlarım onun beyazları altında eziliyordu. Uzun saçlarını omuzlarının arkasından sarkıtmış, incelikle balıksırtı ördürmüştü. Üstünde daha önce görmediğim beyaz bir takım vardı. Tam anlamıyla bir başkentliye benzemişti. Kanatları iki yanında usulca salınıyor, güzelliği ile ben dahil tüm canlıları mest ediyordu. Ya da sevgi denen kör edici duygunun altında kıvrandığımdan bana öyle geliyordu. Yavaş hareketlerle kalktığımda beni kendine çekip sarıldı.
Kokusuna hasret kalmıştım. Onsuz kalmıştım. Bundan şikayet etmeye hakkım olmamasına rağmen onu çok özlemiştim. "Nerde kaldın, seni çok merak ettim." Kaşlarım endişe ile çatılırken ondan ayrıldım. Endişeliydim çünkü olmamam gereken topraklarda olmamam gereken biriyleydim. "Saraydan çağırıldım, görüşme düşündüğümden daha uzun sürdü."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEKİZİNCİ GÜNAH
Fantasy"O savaş istiyordu, ben yaşamı diliyordum." Ölümü taşıyan ellerim diyara dokunduğunda yasaklı Tanrıları uyandırdığımı henüz bilmiyordum. Tek istediğim özgür olmaktı. Nihayet nefes almaya başladığımda ise önce bir pranganın altında kalmış ardından k...