BÖLÜM DÖRT: ENCHANTES SÜRGÜNÜ

47 11 4
                                    


Birinci Kısım

"Günahın müritleri"

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın iyi okumalar 🌸

Sesinin tonunda bir mayhoşluk sezdim. Bunu söyleme şekli oldukça hoştu. Sıktığım elini bırakıp geri çekildim. Yemekhaneye giren öğrenciler gözleriyle beni deliyordu. "Sen ilgilenilmesi gereken bir bebek değilsin, aptal kız." Dişlerimi sıkıp onu görmezden gelmeye çalıştım. Bir bebek olmadığımın pek ala farkındaydım. Sadece birinin bunu söylemesi kulağa hoş geliyordu. Bıraktığım elini ensesine götürdü. "Soy ismin olduğunu düşünmemiştim." Kaşlarını kaldırmış bana merakla bakıyordu.

Ellerimi birbirine kavuşturup ona bir adım yaklaştım. Sesimi biraz alçalttım. "Elbette yok, soyluların ağacı isimle değil kanla taşınır. Sadece uyum sağlamaya çalışıyorum." Elini çenesine götürüp düşünür gibi yaptı. "Haklısın ama merak ediyorum Diana, bu yalan değil mi?" Yüzüm kızardı. Bana günahların vurgusunu yapıyordu. Diğerlerinin anlamadığı şey buydu.

Ne Tanrıçaların kutsal sözlerini ne de kehanetleri anlamıyorlardı. Elbette ki nefes alan hiçkimse günah işlemeden duramazdı. Bu ancak Tanrıça olursanız mümkün olurdu. Yedi ölümcül günahı farklı kılan diğer günahların fazlası olmasıydı. Birine şehvet duymanız, öfkelenmeniz, bazen tembellik etmeniz; fark etmez hepsi hala duygularınız olduğunu gösterirdi. Bir günahı simgeleştiren fazlası olmasıydı. Yalan söylemek bir günahtı ama bu beni riyakar biri yapmazdı. Öfkelenebilirdim, mühim olan kontrolümü sağlamak ve ne kadar ileri gidebileceğimi bilmekti. 

Eğer diyar ve içindeki yaratıklar bunu anlasaydı belki de hiçbirimiz bu noktada olmazdık. Yalana gelecek olursak, kesinlikle hoşuma gitmiyordu. Mecbur kalmadığım sürece başvurmazdım ve şu an ne yazık ki mecburdum. Kimseye neden soy ismim olmadığını ya da neden bana dokunamadıklarını dürüstçe söyleyemezdim. Bunu ona anlatmak çok anlamsız ve uzun olurdu. "Gerekli olanı yapıyorum sadece, bu arada deri hastalığı hakkında, onlara bunu mu söyleyeyim?"

Başını bıkkınlıkla iki yana salladı. Gözleri hala üstümde geziniyordu. "Senin söylemene gerek yok. Luka, buranın ayaklı gazetesidir. Onun duyduğu ve gördüğü her şeyi çoktan herkes biliyordur." En azından daha fazla yalan söylememe gerek yoktu. Sözüm zaten duvarların içinde bir fısıltı gibi kulaktan kulağa yayılmıştı. "Yani senin tavrını da biliyorlar." Endişe ile ona baktım ve korktuğum gibi beni onayladı.

Komutanın elimi tuttuğunu, Luka ile aramıza girdiğini herkes biliyordu. Harika. Şimdiden, kayırılmak için onunla yakınlaştığıma inanan onlarca asker ve öğrenci vardı. Daha fazla yan yana görünmek istemedim.  "Yemekten sonra nereye geleyim?" Gitmem için önümden çekildi. "Çemberi sor, gösterirler, öğrenci Sheila." Ona selam verip yemekhaneye girdim. Çember, galiba kemiklerim uzun bir süre acıyacaktı. İsmi hiç hoşuma gitmemişti.

Sarayın ihtişamlı üç rengine -beyaz, mavi, altın- zıt bir şekilde siyah taşlarla döşenmiş yemekhaneye girdim. Üste doğru bir kubbenin en üst katında olduğumuzu hissettiren eğimi vardı. Yatak odalarından buraya gelirken merdiven çıkmamıştık. Mantıklı olan, yine alt katta olmamızdı ama kubbe ve dikdörtgen şeklinde yine siyah renkten çerçevesi bulunan camlar, bana alt katta olmaktan öte tam anlamıyla tepede olduğumuzu haykırıyordu. Camdan dışarıya doğru baktığımda sarayın doğu kanadına geçtiğimizi anladım. İleride Sasan okyanusu ve Foran'ın dağları görünüyordu. Hayatımda mantığa yatmayan onlarca şey varken bunu sorgulamamaya karar verdim.

Sıraya girip tezgahın üzerinden bir tabldot tabağı aldım. Çoğu kişi uzun zamandır buradaymış gibi muhabbet ediyordu. Etrafa benim gibi yavru peri gözleriyle bakan birkaç kişi daha vardı. Omzuma birinin dokunduğunu hissettiğimde panik yapmamaya çalıştım. Deri giyiyorsun, bugün kimse ölmeyecek. "Hey" arkama dönüp bana seslenen kıza döndüm. Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Uyum sağlamazsam beni burda barbarlar gibi yerlerdi. "Merhaba" kız bana gülümseyip elini uzattı. "Yeni kızsın değil mi, ben Rowena Richardson, sen?"

SEKİZİNCİ GÜNAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin