Birinci Kısım"Kaybolan ruhların yiyicisi."
Yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın iyi okumalar 🌸
Arel'i uyandırdıktan sonra ruh gibi hareket etmişti. Her bakışlarını yakaladığımda içinde yaşadığı yıkımı görebiliyordum. Elbet bu öfkeye dönüşecekti, biliyordum. Yine de onun öfkesinin ani hareketlerle ilerleyip önüne çıkan her şeyi yakacağını sanmıyordum. Onun öfkesi yavaş yavaş içinde dolanacak kendine bir yol izleyecekti. Planlar kuracak, istediğini elde etmeden durmayan soluksuz ve durgun bir nehir gibi ilerleyecekti.
Koluna girip ilerlettiğim koridorlarda kafası güzel birkaç öğrenci dışında kimse ile karşılaşmamıştık. Odanın kapısını usulca açıp içeri girdiğimizde yine o çocuğu gördüm. Adını hatırlamıyordum, açıkçası umursamıyordum da. Bizi gördüğünde tek hamlede Arel'in yatağından aşağı atladı. Ranza arkasında ufak ufak sallanırken Arel'in bacaklarının altından kolunu geçirip kucağına aldı. Hala tam olarak kendinde sayılmazdı.
Bunun sebebi Alec değil tamamen yaşadığı duygu savaşıydı. Arel'i sıkıca göğsüne bastırıp ağlamaktan şişmiş yüzüne baktı. Dişlerini sertçe birbirine bastırırken ilk defa o an adını merak ettim. Eğer onu önemsiyorsa ben de onu önemsemeye başlayabilirdim. Yine de adını sormak için doğru bir an olmadığını biliyordum.
Arkasını döndüğünde kapıyı örtüp kilitledim. Önüme döndüğümde boyu sayesinde kolayca ulaştığı yatağa Arel'i yatırdığını gördüm. Onu dikkatlice yatağa bırakıp birkaç kere yüzünü okşadı. Kurumuş gözyaşlarını parmak uçlarıyla sildi. Hiçbir şey diyemedim. Orada öylece bekledim. "Dia" Her zamanki neşeli sesinden eser yoktu.
Sürekli gülümseyen o çocuk gibi değildi. Sanırım sevdiklerimizi koruma duygusu insanı büyütüyordu. Bunu tatmadığım için sadece varsayımda bulunabildim. Çünkü ben hiç değer verdiğim birini korumaya çalışmamıştım. Aynı duygusuz sesle ona bir yansıma olarak konuştum. "Efendim" bana dönmesini bekledim ama dönmedi.
Başını yan yatırmış usulca ona bakıyordu. Arel sanırım tekrar uykuya dalmıştı. "Ona ne olduğunu anlatır mısın? Canını kim yaktı böyle?" Sesindeki soğukluk yavaş yavaş kırılırken sonlara doğru kısılmıştı. Oysa Arel sadece ağlamıştı. Sevilmek böyle mi oluyordu? Biliyordum, bencillikti. Şu an bu soruyu kendime sormam bencillikti.
Arel için mutlu olsam da tam bu an kendim için üzülmüştüm.
Çünkü ben ağladım diye kimsenin sesi kısılmamıştı.
Kendimi toparlayıp gözlerimi bir anlığına sıkıca kapatıp açtım. Sevgiye bu kadar muhtaç olduğum için kendime kızdım. Sevilmeyi bu kadar çok istediğim için kendime kızdım. Oysa biliyordum, kader her gerçeklikte vardı ve benim kaderimde sevilmek yoktu.
Biliyordum, biliyordum da sindiremiyordum. Midemde bir taş oluyordu. Kalbimde bir buz kütlesi oluyordu. Başımda bir ağrı oluyordu. Bunu neden bu kadar istediğimi bile bilmiyordum. Belki de gerçekten kaderimde olmadığındandı bu inadım. Olmadıkça olsun istiyordum. İmkansız denildikçe mümkün kılmak istiyordum.
Camilla bir sevgi kırıntısına muhtaç olduğumu sonumun da bundan olacağını söylerdi. Haksız da sayılmazdı, kalbi olmayan bir kadında yıllarca şefkat aratmıştı bu aptallık bana.
"Kötü bir haber aldı. İsterse kendisi anlatır, özel bir durum." Ona, şefkatle baktığı kadının ölmüş sevdiği için yas tuttuğunu söyleyemedim. Söyleyemezdim de kalbi olan kimse bunu söyleyemezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEKİZİNCİ GÜNAH
Fantasy"O savaş istiyordu, ben yaşamı diliyordum." Ölümü taşıyan ellerim diyara dokunduğunda yasaklı Tanrıları uyandırdığımı henüz bilmiyordum. Tek istediğim özgür olmaktı. Nihayet nefes almaya başladığımda ise önce bir pranganın altında kalmış ardından k...