Birinci Kısım"Ben senden nasıl nefret edeceğim?"
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın🌸
Zihnimin köreldiğini hatta duyularımın beni yanılttığını düşündüm. Gerçeklik algısı kişiyi en derinden sarsabilecek kadar kuvvetli bir şeydi. Onu kaybettiğinizde yönünüzü bulmak için elinizde tuttuğunuz pusula çoktan parçalara ayrılmış oluyordu.
Benim için şu an bulunduğum anın özeti tam olarak gerçeklik algısını kaybetmekti. Çünkü bir andacın sırtında otururken önce karşımda duran ama beni sevdiğini söyleyen dengesiz bir adama bakıyordum.
Benim için savaşmayan hatta savaşımda bana ayak bağı olan bu adam kendi içinde beni kalpten sevdiğine inanıyordu. Kalpten sevmek nasıl oluyordu bilmiyordum. Doğrusu nasıldı bilmiyordum.
Belki tek amacı gerçekten beni korumaktı. Attığı her adım beni korumak içindi. Belki de bir korkaktı. Her hatasında aşkına sığınıyordu. Ve en kötüsü, belki de sadece bir yalancıydı.
Hayatım boyunca birinin yalan söylediğini hiç anlayamamıştım. Herkes gözlerimin içine bakarak yalanlarını ipe dizmiş ben ise ipe geçirilen o yalanların renklerine odaklanmıştım. O ip boğazımı çok sert sıkana kadar bir yalan ağı içine hapsolduğumu anlayamamıştım.
Yıllarca manipüle edilip bir yalanın içinde yaşadığınızda hatta o yalanın içine doğduğunuzda gerçeği göremiyordunuz. Bu nedenle ona yalancı diyemezdim. Ben doğruyu tanımıyordum.
Yörüngemin şaşmasının bir sebebi buydu. Peki diğeri ondan daha mı doğruydu? Sarı gözlerini bana diken adama baktım. Sadece bir izleyici gibiydi. Arel ona bakıyor olmasaydı buradaki varlığını bile kendi içimde doğrulayamazdım.
O yoktu. Ona seslendiğimde gelmemişti. Bana cevap vermemişti. Gözlerimin içi yanarken öylece durmuş bana bakıyordu. Evet, gözlerimin içi yanıyordu. Çünkü lanet olasıca günah tam olarak göz küremin arkasına çiziliyordu.
Nasıl bir pozisyonda olduğumu bilmiyordum. Ne kadar süre acı çektiğimi de. Anılarım bile karışıyordu. En son hatırladığım Derek'in üstüne doğru giden Lucis'ti.
Elinde her zaman tuttuğu kılıcı iki farklı alana dağılmıştı. Kabzası hala elinde sıkı sıkıya dururken yaralı omuzundan aşağı kan akıyordu. Lucis kanı gördükten sonra sakinleşmişti. Belki de onun kardeşlerinden akıtılan kanın bir karşılığını aldığı için mutluydu.
Sanki zaman durmuştu. Herkes olduğu yerde öylece duruyordu. Görüşüm kararıyor, bazen farklı şekiller alıyordu. Mesela bazen herkes yok oluyordu. Gözlerimin önünde ateşler yükseliyor bir yangın peyda ediyordu.
Gerçeklik algım, boku yemişti. Az önce nesli tükenmiş bir sinek kuşu görmüştüm mesela. Oysa emindim, o onyıllar önce yok olmuştu. Annem gelmişti ve gitmişti. Şarkılar söylenmiş, ihanet naraları atılmıştı.
Acı çekmiyordum. Beni en çok korkutan da tam olarak buydu. Göz kürelerimin arkası oyuluyordu, hissediyordum. Peki neden canım yanmıyordu? Gökyüzündeki kuşlar neden olduğu yerde duruyordu? Neden zaman akmıyordu?
Tüm bu zamanın durgunluğunda gözümdeki his bitti. Zamanın durduğunu o an algıladım. Peki şimdi ne olacaktı? Derek'e baktım. Beni ele vermezdi ama ona bunu yaptığı için Lucis'e ne olurdu? Omzundaki ısırık izi nasıl saklanırdı?
Durmuş zamanın kumsalında bir hareketlenme oldu. Yattığım zemin hareket ederken Lucis'in nefes almaya başladığını hissettim. Yaslandığım sırt inip kalkarken Alec karşımda bitti. Yürüdüğünü bile görmemiştim. Elini yan yatmış yüzüme düşen siyah perçemlerime daldırdı. "Her şey benim kontrolümde, ateşböceği. Artık korkma."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEKİZİNCİ GÜNAH
Fantasy"O savaş istiyordu, ben yaşamı diliyordum." Ölümü taşıyan ellerim diyara dokunduğunda yasaklı Tanrıları uyandırdığımı henüz bilmiyordum. Tek istediğim özgür olmaktı. Nihayet nefes almaya başladığımda ise önce bir pranganın altında kalmış ardından k...