BÖLÜM İKİ: LALE BATAKLIĞI

76 15 7
                                    

Birinci Kısım

"Koş dedim, aptal kız. Koş!"

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın iyi okumalar 🌸

Bedenim öyle çok acıyordu ki konuşulan hiçbir şeye odaklanamıyordum. Tırnaklarımın yamuk yüzeylerini sertçe etime geçiriyordum. Biraz daha, biraz daha dayanmalıydım. Kendimi bayılacak gibi hissediyordum. Bacağımdaki yaralar iyileşirken olması gerekenden daha çok canımı yakıyordu. Ta ki Kraliçe Esna bir gerçeği yüzüme vurana kadar.

Ay seni terk etti artık güneşe mahkumsun.

Ay beni doğduğum anda terk etmişti ama ben yine de ondan vazgeçmemiştim. Vazgeçmeyecektim. Ruhuma saplanan sözlerin sancısı öyle kuvvetliydi ki bedenimdekini geri plana atıyordu. Tırnaklarımı avuç içimde hafifçe gezdirdim. Avuç içime temas eden tırnaklarımın kırılmış kısımları yer yer derimde geziniyordu. Avuçlarım yanıyordu. Ellerim yanıyordu, bedenim yanıyordu. Kalbim ise bir buzdan farksızdı. Farksız olmak zorundaydı.

Cevap vermemekte kararlıydım. Boyun eğmeye alıştırılmıştım. Hayatım bana söylenenleri yerine getirmekle geçmişti. Dik dur, terbiyeli ol, sesini yükseltme, lider olma yardımcı ol, kalbini kimseye açma, kralın sözlerinden çıkma. Emirleri uymayı bıraktığımda ise kendi yangınım başlamıştı. Artık bana sırtını dönen sadece ay değildi. Yıldızlar bile artık bana parlamıyordu. Toprak beni kabul etmiyordu. Çok sevdiğim çiçeklere dokunamıyordum, soluyorlardı. Dokunduğum her şey ölüyordu.

Alıştırıldığınız şeyden vazgeçmek inanılmaz derecede zordu ama bir kere vazgeçerseniz durdurması daha zordu. En büyük emre karşı geldiğim için, seçimlerimin bedeli beni şu an olduğum noktaya getirmişti. Bu saatten sonra kimsenin emrini uygulamaya, kimseye biat etmeye niyetim yoktu. Ben yeterince ağır bir bedel ödemiştim.

"Bugünlük dinlen. Komutan sana odana kadar bizzat eşlik edecek. Evinde gibi hisset çünkü artık misafir değilsin." Kraliçe Esna, son sözünü bu şekilde söylemişti. Aksi bir fikri kabul etmeye niyeti yoktu. Uzlaşmaya varılması imkansızdı. Komutana döndüm. Ona söylediklerim canımı sıkıyordu. Ama kraliçe ve Asir daha çok canımı sıkıyordu. Hatta yakıyordu.

Hiç utanması yoktu, hiçbirinin yoktu. Sanki beni ele veren o değildi sanki beni deney yapmak için kullanan o değildi. Hepsi birbirinden iki yüzlü ve mide bulandırıcıydı. Kimseye biat etmeyecektim. En kısa zamanda buradan kaçıp gitmeliydim ama önce bunu nasıl yapmam gerektiğini bulmam gerekiyordu. Gitmeden önce edineceğim görev ise bana kalan ihanetini ona ödetmek olacaktı. Komutan tekrar eğilip kraliçeyi selamladı. Kraliçeye döndüğümde bana gülümseyerek baktığını gördüm. Kötülüğü canımı yakıyordu. Bana bunları yapan o değilmiş gibi bana gülümsüyordu. Kanımı hiçe sayıp önünde diz çökmemi istiyordu.

Ay bana sırtını dönmüş olabilirdi. Bir canavar olabilirdim. Büyük bir günah taşıyor olabilirdim. Ama ne olursa olsun ben bir prensestim. Beni hapsetmesi, üstümde deney yapması ya da işkence görmeme izin vermesi bile sorun değildi. Sorun bana zerre kadar saygı duymamasıydı. Sorun halkımı küçük görmesiydi. Sorun kanımı küçük görmesiydi. Oysa hepimiz eşittik. Eşit olmalıydık.

Komutan bana bakarken bakışlarımı kraliçeden çekip kraliyet selamını verdim. Onlar bana yapmış olsa bile ben yapmazdım. Başımı dikleştirip sırtımı dönmeden ufak adımlarla kapıya vardım. Bir soyluya sırt dönülmezdi. Bana öğretilen, hepimize öğretilen bu saygıydı. Komutan da benimle beraber kapıya vardığında yine iki kere kapıya vurdu. Kapı bu kez dışa doğru açılırken kraliçenin son sözlerini duydum,

SEKİZİNCİ GÜNAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin