Kalbim o kadar dolu ki taştığında şaşırmak bile çok absürt duruyor. Beni ilk başta ailem ölümleriye arkasından dostlarım acıma duygusu bana bakmaları en sonunda da sevdiğim adamın söylediği laflar kalbimi doldurmuştu. Şimdi hepsi bir yana onun yaptığı, kalbimi asıl doldurup taşıran unsur olmuştu.
Her gece bir geceden daha sağ çıkmamak için elimdem geleni yapıyordum, dua ediyordum. Tanrı'nın beni duyması için her şeyi yapmaya hazırdım.
Duymadı.
Kızlar annelerinin kaderini yaşarmış derler, belki de benim de annem gibi kendimi asmam gerekiyordu.
Denedim.
Ezel kurtardı.Sonra fark ettim ki ben yaşarken her gün kaybediyormuşum. Ölüm cesarettir, kaybedeceğini bildiğin bir oyundan çıkma cesareti. İnsanların ne dediğini umursamadan o masadan kalmaktır.
Kalktım. Tüm cesaretimle masadan kalktım.
İnsanların karşısında dimdik tok ve gür sesimle yeri inlettim. Herkes nefret ediyordu fakat karşımda söylenemiyorlardı. Çünkü güçleri arkamdan konuşmaya yetiyordu.Umursamadım.
Duymazdan geldim. Eğer duyup görmezsem asla var olmaz diye düşündüm.
Olmadı. Pest etmedim. İlk yaptığım gibi kaçmadım.
Bu davayı aldım. Ne içindi peki? Kendimi kanıtlama arayışı mı? Yoksa insalar için mi? Kaybolan evlatları için geceler gündüzleri karmakarışık hale gelen anneler babalar için mi?
Cevap bulamadım. İlk defa hayatımda bir soruya cevap veremedim. Aynı şu an da karşımda benden cevap bekleyen onun gibi. Cevap vermedim. Ama o bana bir umutla bakıyordu. Yanlışlarım doğrularım, ihanetlerim birliklerim, kurtarıcım cellatım... hepsi tam karşımdaydı.
"Ben buna cevap veremem."
"Neden? Kolay bir soru evet ya da hayır. İçten miydin Destina, yoksa hepsi sahte miydi?"
"Neyi değiştirecek ki! Evet desem acırsın, hayır desem duygusuz mu olurum yoksa bir ölü mü?" Sessiz kalarak beni bekledi. "Ayrıca, sınır... sınırını koru doktor!" Son söylediklerime alaycı bir şekilde güldü. Hem de öyle fazla abartılı güldü ki gözlerim gördüklerine karşı şaşkınlıkla bakıyordu. Gülüşü aniden soldu. Ciddi duruşuna geri dönmüştü. Aynısını kendim için söyleyemezdim.
"Ne mi değişir? Sen benim ne halde olduğumu görmüyor musun Destina!"
"Görmek istemiyorum."
"Nereye kadar böyle devam edeceksin? Ben bugün tüm gerçeklerimle karşımdayım."
"Hayır değilsin, sen sadece göstermek istediğin tarafını gerçekleştiriyorsun. Bu semin gerçekleri çıplak haliyle gösterdiğin tarafın değil." Bana inanmıyormuş ve daha fazla yerinde duramıyormuş gibi kıpırdanmaya başladı.
"İnan, ben sana inandım."
"İnanamam, ben sana güvenemem. Biz birbirimize güvenemeyiz. Ne değişti Kavas?"
"Gerçekleri gördüm."
"Yalan olan gerçekler."
"Yalansa yalan gerçekse gerçek fakat bu şu anda seni nefeslerimiz kesilene kadar öpmek istememe engel değil." Dediklerimin şokunu atlatamadan dudaklarımı dudaklarının arasına aldı.
Kalbimin dolu olduğundan mıdır ya da onun yaşattığı şeyden midir bilemediğim bir ağrı hissediyordum.
"Baba!"
Destina, 13 yaşındaydı. Kendisini o yaşlarda fazlasıyla annesine benzetiyordu. Büyüdüğünde babasına benzediğini fark edecekti.
"Kızım!" Babası kızımı kollarının altından tutup havaya kaldırıp çevresinde döndürdü. Babasını aylardır görmüyordu. İkisi de birbirini fazlasıyla özlemişti. Arka kapıdan sessizce onları izleyen annesi bu kareye fazla hüzünlü bakıyordu. Ya bir gün diyordu. O günün gelmemesi için Tanrı'ya dua ediyordu. Fakat Tanrı onu dinlemedi. O bunun henüz farkında değildi. Annesi yanlarına yaklaşıp kocasının omzuma dokundu. Uzaktan mükemmel bir kareydi.
Ta ki yollar ayrılana kadar.
Destina, babası geldiğinden beri onu annesi halkında daralıyordu fakat bu babası için sıkıntı değildi. Sonuçta babası onun bu dırdırını çekmek için ömrümdem son yıllarımı bile verebilirdi.
"Baba aşık olduğunu nasıl anladın?""Bir söz vardır Destina,
Kelebek misalidir aşk;
anlamayana ömrü günlük,
anlayana bir ömürlük."
"Kimin sözü bu kızım?"Nazım Hikmet dedi büyük bir çoşkuyla. Bu yaşta çok fazla kitap okuyordu. Geleceğin savcısı olmak için çabalar misalı.
"Anladığımı nasıl bileceğim?
"Her şeyin zamanı vardır, zaman önemli bir araç. Onu düzgün kullan, aşk böceğim."
Babası ona hep bu şekilde seslenmişti. Ona bu şekil sesleneceğini nereden bilebilirdi ikisi de...
Yüzümü elleri arasına aldı ve bedenini bedenime yasladı. Aklımdaki düşüncelerimi bir kenara savurdum. Yalanlar yoktu, acılar yoktu, gerçekler bile yoktu. Şu an sadece aklımı bulandıran dudaklarımın arasındaki dudakları vardı.
Evin kapısının güçlüce kapandığını duydum. Hislerim gibi bulunduğumuz durum da hiç iyi değildi. Doğru olan mantığımı geri kazanmamdı. Karşılık vermedim. Öylece durdum, ne itebildim ne de karşılık verebildim. Gücü kendimde bulduğumda yavaşça kendimden uzaklaştırdım. Aramızda bir karışlık mesafe bıraktım. Öpüşmekten şişmiş dudaklarına, hızlı soluk alan burnuna, bir girdaptan derin olan gözlerine ve en son alnına düşmüş saç tutamlarına baktım. Elimi kaldırdım ve yüzünün önündeki saçı kenara itekledim. Yavaşça yaklaştım ve fısıldadım.
"Nazım Hikmet'in bir sözü vardır bilir misin?
Kelebek misalidir aşk;
anlamayana ömrü günlük,
anlayana bir ömürlük."Ben sende bir ömür değil bir ölüm görüyorum Alaner..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AĞITIN SON NEFESİ
Gizem / Gerilim"Kelebek misalidir aşk; anlamayana ömrü günlük, anlayana bir ömürlük." "Ben sende bir ömür değil bir ölüm görüyorum Alaner..."