DOĞUM GÜNÜ

18 2 14
                                    

"Sence bu biraz fazla olmadı mı Alaca?" Dedi Gökçe. Şu anda hiç birini duyacak durumda değildim. Çünkü şu anda sadece yaptığım işle ilgileniyordum. Tabii telefonda boş boş bir şeyler karıştırmak iş sayılır ise. "Ne fazla oldu mu?" Dedim dalga geçer gibi. "Dalga mı geçiyorsun? Buse'ye yaptıkların diyorum. Bu yüzden disiplinlik olabilirsi.." derken sözünü kestim. "Umurumda değil" dedim. Daha önce ağabeyim disipline gitmişti. Ancak sadece yazılı uyarı almıştı. Eğer Buse benim sinirlerimle oynamasaydı. Özellikle o çizgiyi açan yumruğu atmasaydı bunlar olmayacaktı. "Kendisi kaşındı ben de kaşıdım" dedim. Ateş çadırın içine yeni girmişti. Dudağı mı patlamıştı onun?. "Ateş'im" diyerek yanına doğru yürüdüm. "Ne oldu sana? Kim yaptı bunu?" Dedim endişeli bir ses tonu ile. "Bir şey yok güzelim Buse'nin yanındaki velet biraz kaşınmışda bende onu kaşıdım" dedi. "Ay siz çok tehlikeli bir çift olmaya başladınız" dedi Yaprak. "O velet sana zarar verdi mi?" Diye sordum. "O bana değil, ben ona zarar verdim" dedi. "Siz delirdiniz mi?!" Dedi Yaprak. "Disipline gidebilirsiniz" dedi. "Daha önce söyledim umurumda değil Yaprak" dedim. Umurumda değildi çünkü. Disipline gitsem de en fazla kınama alırdım. Ancak bu benim ilerde istediğim mesleği tetiklerdi. İlerde istediğim mesleği tabii ki şimdilik size söylemeyeceğim. İlerde öğreneceksiniz. "Sen o çocuğu neden dövdün?" Diye merakla sormuştu ağabeyim. Ateş'in önce çikolata rengi hareleri parladı, sonra o kahrolası seksi gülüşünü gösterdi. "Sevgilimin düşmanı Buse. Benim dövdüğün çocuk da Buse'nin sevgilisiymiş" dedi. "Ateş farkında mısın bilmem ama Buse senden hoşlanıyor" dedim. Vereceği cevap bizim su anki durumumuzu kökünden etkileyecekti. "Umrumda değil sevgilim. Ben senden başkasına bakmam. Uzaktan bakınca o şerefsiz erkeklere mi benziyorum?" Dedi. İçim büyük bir rahatlamaya uğramıştı. "Hayır benzemiyorsun" dedim. "Umarım Buse bu yaptıklarınızdan şikayetçi olmaz" dedi Yaprak. "Umarım" dedim iç çekerken.  "Neyse bunları düşünüp morallerimizi bozmayalım" dedi Gökçe. "Bir şey soracağım. Ağabeyim nerede?" Dedim. Herkes vardı ancak ağabeyim  gitmişti.  "Bilmiyorum" dedi Ateş.  "Belkide öğretmenlerin yanına gitmiştir" dedim.  Aklımdaki tek seçenek buydu. "Ben bir bakıp geleyim" diye ekledim ve çadırdan çıktım. Biraz etrafıma bakındıktan sonra Yaprakların çadırlarının arkasında bir şeyler yaptığını gördüm. Sessiz ve usulca yanına gittim. Elinde uzun, beyaz renkli bir şey vardı. Ağabeyim iki parmağının arasında tuttuğu çubuğu ağzına götürüp derin nefesler çekiyordu. Bu şeyin sigara olduğunu biliyordum. Arkasından sinsice yaklaşıp parmaklarında tuttuğu şeyi yere attım. "Hayırdır ağabey? O illetin senin parmakların arasında ne işi var?" Diye hesap sordum. Bu seçimine belki ben karışamazdım ama annem ile babam ağabeyimin sigara içmesine çok güzel bir şekilde engel olurlardı. "Ben ne zamandan beri sana hesap veriyorum?" Dedi. "Ağabey bu hafife alabileceğim bir konu değil. Elindeki şey yüzünden yılda binlerce insan ölüyor. Farkında mısın?" Dedim. "Farkındayım Alaca. Ama bu benim kararım. Ben 20 yaşındayım. Yani reşit oldum. Yetişkin bir bireyim ve kendi kararlarımı verebilirim. Sen lütfen buna karışma" dedi. "Şöz konusu sen isen karışırım! Sen ne zamandan beri kendi canını hiçe sayar oldun? Hadi kendini umursamıyorsun. Yaşayıp yaşamaman umurunda değil. Bari bizi düşün! Biz ne yapacağız? Valla istediğin kadar inkar et. Şu elindeki lanet şeyi içmeyeceksin!" Diye bağırdım. "Alaca! Sen bu işe karışma. Bu benim kararım. İstediğimi yaparım buna kimse karışamaz!" Diyerek karşılık vermişti bana. "Üzgünüm ağabey. Bunu sana asla yapmayacağım! Kendime ve aileme de yapmayacağım!" Dedim. Cebinde mutlaka bir paket vardı. Gömleğinin cebine elimi soktum ve içinden çıkardığım bir paket sigarayı yere attım. Ve ağabeyimin ağzına açmasına izin vermeden paketi ezdim. Otomatik olarak içindeki sigaralarda ezilmişti. "Alaca ne yapıyorsun?!" Diye bağıran ağabeyime mavi gözlerimi diktim. Korkusuz ve öfke ile bakıyordum ona. "Ne yaptığım gayet belli!" Dedim. Biz kavga ederken diğerleri yanımıza gelmişti bile. "Bak küçük kardeşim! Benim verdiğim kararlara saygı duy ve bunlara karışma!" Dedi . "Ağabey hatırlarsan babam bu illet yüzünden 1 ay boyunca hastanede yattı! Umarın umutmamışsındır!" Dedim. "Merak etme o kadar kıt değilim! Hatırlıyorum!" Dedi. "O zaman yaptığın şeyin bir aptallık olduğunu da biliyorsundur!" Dedim. Evet yaptığı şey koca bir mallıktan başka bir şey değildi. Sadece kendisini değil bizi de hiçe saymıştı. Kardeşi olarak şu lanet şeyi içirmeyeceğimi çok iyi biliyordu. Ancak içiyordu ve bu beni daha da sinirlendiriyordu. "Haddini aşma küçük kardeşim! Karşında yaşıtın değil ağabeyin duruyor!" Dedi. "Ağabeyimsen o illeti içme. O zaman ben de senin ağabeyim olduğunu unutmam. Sen kendi canını hiçe sayan bir aptalsın! Bunu kendin de çok iyi biliyorsun!" Dedim. Dediklerim bir kulağımdan girip değerinden çıkıyordu. Laflarıma dikkat etmediğimin farkındaydım ancak önemli olan ağabeyimin anlamasıydı. "Alaca seni uyarıyorum! Laflarına dikkat et!" Dedi. "Etmezsen ne olur? Döver misin? Yoksa telefonumu mu alırsın? Hangisi?!" Dedim. "Sinirlenmeye başlıyorum! Bak kardeşim benim sinirli halimi en iyi sen biliyorsun! O yüzden daha fazla konuşma!" Dedi. "Eğer o illeti içmeyeceğine karşı yemin edersen susarım! Sen de benim sinirli halimi çok iyi biliyorsun!" Dedim. "Güzelim sakin ol biraz lütfen. Bak sana bir şey olacak" dedi Ateş beni sakinleştirmek ister gibi. "Nasıl sakin olabilirim? Ya benim babam şu adını bile ağzıma almak istemediğim lanet şey yüzünden 1 ay hastanede yattı. Bunu en iyi ağabeyim biliyor. Babama olanların kendisine olacağını bile bile içiyor o zıkkımı. Sen söyle ben nasıl sakin olayım?" Dedim. Ağabeyime bağırsamda Ateş'e bağırmıyordum. "Biliyorum güzelim ama lütfen. 2 medeni insan gibi bağırmadan konuşun bari" dedi Ateş. "Tamam. Tamam sakinim" dedim. Derin derin nefes almaya çalışırken. "Ama yinede o zıkkımı içmeyeceğine yemin edene kadar susmayacağım!" Diye bağırdım. "Etmeyeceğim! Yemin etmeyeceğim çünkü içeceğim!" Dedi ağabeyim. "Beni sinirlendirmeye ant mı içtin sen? Ya bizi düşünmedin diyelim. Kendini zaten hiç düşünmüyorsun. Bari yengemi düşün! Hadi diyelim onu da hiçe saydın. Geleceğin? Hani sen mimar olacaktın? Hani sen benim ilerdeki evimi kendin yapacaktın? Ne oldu o hayallerine? Bu zıkkımı kullanmaya başlayınca onlardan da mı vazgeçtin?!" Dedim ani bir sinir patlamayasıyla. "Hayallerim hâlâ devam ediyor! Tamam mı? Sadece şu şeyin tadı hoşuma gidiyor. İçimi rahatlatıyor. Zaten sadece sinirliyken içiyorum! Ondan da bir şey olmaz" dedi. "İçini rahatlatan başka şeyler de var! İlla tütün tüketmek zorunda değilsin!" Dedim. Sinirliydim ve konuştukça daha da çok sinirleniyordum. Ağabeyim kolumdan tuttuğu gibi beni yana çekti. Yaptığı şeyden hiç bir şey anlamamıştım. "Hey ne yapıyor...." demiştim ki karşımda gördüğüm kişiyi görünce gözlerim doldu. Burada mıydı. Tam burada. Bizim yanımızda mıydı? Evet buradaydı ve su anda karşımdaydı. Evet yanımızdaydı ve tam karşımda durmuş, kollarını açıp bana gülümsüyordu. Babam buradaydım. Tam karşımda duruyordu. Hızla boynuna attım kendimi. En fazla bir kaç aydır görmüyordum babamı. Bize en az 1 veya 2 yıl gelemeyeceğini söylemişti. Ben ise onu sadece bir kaç aydır görmüyordum. "Süprizzzzzz" dedi herkes aynı anda. Kelimeyi bilerek uzatmışlardı. "Ne? Ne süprizi?" Dedim şaşkınlıkla. "Hm. Bu gün günlerden ne kardeşim?" Dedi ağabeyim. Biraz düşündükten sonra hatırlamıştım. "20 Aralık?" Dedim. Hâlâ ne olduğunu anlamamıştım. "Bunu bana neden soruyorsunuz?" Dedim. "Bir saniye! Hatırlamıyor musun?" Dedi ağabeyim. Sanki dünyanın sonu geliyormuş gibi konuşuyordu. "Alaca? Hafızandan şüphe etmeye başladım." Dedi ağabeyim. "Ya neden şifreli konuşuyorsunuz?" Dedim. Hâlâda ne olduğunu anlamamıştım. "İyiki doğdun Alaca" diye bir ses duydum arkamdan. Arkamı döndüğümde elinde bir pasta ile gelen öğretmenimizi gördüm. Pasta çok güzel ve komikti.

ORMANDA KAYIPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin