SU VE KARANLIK ARASINDA

364 171 364
                                    


Güneş Günebakan, derin bir uykuya dalmıştı. Malum olayın üzerinden dört gün geçmişti. Tarih 27 Ekim Cuma 1989'u gösteriyordu. Bu süre zarfında Güneş ve ekip dava üzerinde çalışmaya devam etmiş ve herhengi bir ilerleme kaydedememişlerdi. Çat kapı evine gelmesinden sonra Akgün'ü bir daha görmemişti. Ne gerçekte ne de görülerinde. Gece geç saatlere kadar çalışıp eve döndüğünde duşunu alıp hemen yatağına girmişti. Islak saçları başının üzerinde ağırlık yapıyordu ve onları kurutamayacak kadar yorgun hissediyordu. Başına kadar çektiği yorganın altında zihnini saran uykuya kolayca teslim olmuştu.

Gözleri kapalı, dudakları renksiz ve yüzü solgundu. Bahar esintisiyle dallarda kıpraşan yapraklar gibi bedeni titreyip duruyordu. Dudaklarından anlaşılması güç kelimeler dökülse de kendi sesini duyamayacak kadar derinlere dalmıştı.

Güneş Günebakan gözlerinin ardındaki uyku haliyle açılan dünyasına baktığında gerçek dünyaya bağımlı kaderin yollarını görürdü. Hepsi bir ihtimaldi. Gerçekleşebilecek veya gerçekleşiyor olan; hiç yaşanmayacak veya yaşanmış olan anlardı.

Ruhu, gözlerini açtığında kendini sonu başı belli olmayan karanlığın içinde buldu. Gökyüzünü, etrafı ve ayaklarının altındaki zemini çevreleyen zifiri karanlık, ruhunun rehber ışığı sayesinde seçilebilir bir siyahlığa dönüştü.

Üst üste binen küçük dalgalar birbiriyle yarışarak zemini kaplamaya başladı. Güneş ufacık bir odada sıkışmış gibi hissetse de aslında kendi zihninin hiçliği içerisindeydi.

Su hışırtılar yayarak aktı ve ayak tabanlarını ıslattı. Tanrı, ona uyku aracılığıyla kaderi göstermek istediğinde kendini hep burada; bu kadim suyun içinde, bilinmezliğin yuvasında bulurdu. Buraya manevi bedeninden sıyrılıpta gelen ruhu korkmuyordu, hislerini dizginleyemediği sürece kadim su onu kabul etmiyordu.

Hiçbir şey hissetmemeli, hiçbir şey düşünmemeliydi.

Su yükselerek ayak bileklerine ulaştı ve orada kaldı. Daha fazla yükselmeyecek olduğu yerde kıpırdanıp durucaktı.

Sığ su üzerinde halka halka dalgalar yaratarak yürümeye başladı. Bir adım daha attı. Burada olmayı istemiyordu. Ve bir adım daha. Kendi zihni içine düşerek kendisine ait olmayan yaşantıları görebildiği için uyku halindeki Güneş, yeteneğinden endişe duyuyordu.

Bir adım daha ve bir adım daha attı. Ayak bileklerine gelen sığ su, adımlarını yutarak bir anda derinleşti ve su onu içine çekti. Kısa ve tiz çığlığının yankısı tuz kokan siyah suya çaptığı anda kesildi. Su canlıydı.

İçi sırlarla dolu bilinmezliğe açılan, sadece kendisi istediğinde Güneş'i kabul eden bencil ve kibirli birikinti; aynı zamanda bilge ve dipsizdi. Kontrol edilemezdi. Uyku ile açılan ve sadece bilinç kapısından geçerek girilebilen bu yer, dünyadan farksız, fakat gözlerden saklı bir yerdi. Sadece seçilmiş olanlar koşullu kabul edilirdi.

Tadından ve kokusundan nefret ettiği tuzlu suyun içine çekilen Güneş, düşeceğini bilse de buna hala alışamamıştı. Suyun altındaki basıncı hissetti. Kulakları öncesiz bir çınlamayla tıkandı. Bu, ölümsüz ve acı dolu suyun sesiydi. Kalbinin, suyun içine sıkışan hava baloncukları gibi kolayca patlayacağını düşündü.

Aklını kaybedecek gibi korksa da yeteneğinden ona vaadettiklerinden kaçmıyordu. Bedenini durmadan aşağı çeken, karşı konulamaz ağırlaşmış ve yoğun suya teslim oldu. Gözleri açık olsa da; ne akıntının berraklığı ne de yüzeyden gelen bir gün ışığı vardı. Sadece dipsiz ve soluksuz bir karanlık vardı. Bu ıssızlık canlıydı ve onun ruhundaki enerjiden besleniyordu.

ÇİFT YILDIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin