TAVŞAN DELİĞİ

160 122 103
                                    


*Tavşan Deliği: Derinlerde yatan, bilinmezliğe açılan uzun, dolambaçlı ve dipsiz yol.

En kötü anlar nedir? Değiştirilemeyen pişmanlıklar, geri getirilemeyen ölümler ya da çürüyen bir çiçeğin artık öldüğünü kabullenmek buna dahil midir? Hayır, belki de hiç biri değil sevgili okuyucu, olmak zorunda bırakıldıklarınızdan ibaret olduğumuzu anladığımız anda, en kötü anılar geldiğimiz yaşımızdır.

Nasıl bir travma ki aklını kaybetmeni engelleyecek kadar seni öfkeyle doldurup hayatın üstüne salabilir? Nasıl bir kötülük, içindeki merhamete dokunmadan seni şekillendirebilir? Tüm soruların tek bir cevabı vardı; Akgün Ağan.

Bilinen adaleti kendisi için, annesi ve kardeşi için istemişti. Adalet onu hapise tıkmış, kaburgalarını kırmış, onu çürütmüştü. Dünyadan, şeytandan halli bir ruhu sildiği için suçluydu. Ölmemek için kendisini ve annesini korumaya çalıştığı için suçluydu. Ruhu çöplük gibi kokuyordu ve kendisinden daha pis kokan hiç bir insana tahammül edemiyordu. Olduğu adamı sevmiyordu ama hayatta kalmasını ona borçluydu. Henüz lise öğrencisiyken, henüz çocukken, o çocuğu eliyle bir kenara çekip ortaya çıkan Akgün Ağan; bir mayın gibiydi. Sessiz ve tepkisiz. Üzerine basıldığı an, kendisiyle birlikte her şeyi etrafa saçmaya hevesli bir mayın gibiydi. Akgün Ağan kötüydü, fakat içini yiyip bitiren kötülüğü o seçmemişti.

Akgün; "Güneş dostum değil. O benim sevgilim." Güneş dahil herkesi şaşkınlığa uğratan cevabı fevri değildi. Güneş gözlerini iri iri açarak başını hızlıca ona çevirdi. İçinden ona vurma ihtiyacı duyuyordu fakat şaşkın yüzünü hemen toparladı ve gözlerini kısarak gülümsedi. Yalanına ortak olmazsa diken gibi göze batmaktan korktu. Akgün, farkında olmadan eteğinin kumaşını kavrayan eline uzanarak tuttu. Ve Güneş'in dirseğini bükmesine sebep olarak tuttuğu elini bırakmadan beline sarıldı. Akgün; "Aslında, bunu kimseye duyurmak istemiyorduk ama artık söylemenin vakti geldi." Uyarmak ister gibi tırnaklarını Akgün'ün eline geçirdi. Tepkisi karşısında Akgün başını eğmeden sadece bakışlarını düşürerek, yaramaz bir gülümseme gönderdi. "Bana kızma hayatım."

İçinden ona lanetler savuran Güneş; "Sana nasıl kızabilirim ki?"

Selim bilardo masasına bir elini koyarak yaslandı "İşte şimdi taşlar yerine oturdu. Ben de diyorum bu adam her işten paçayı nasıl sıyırıyor."

Güneşin içini titreten pişmanlık geri geldi. Anna; "Ee ne demişler kanuna ne kadar yakınsan o kadar kural çiğnersin." Tekrardan bir kahkaha sırası duyulunca Güneş de mecburen onlara katıldı. Akgün ise kafasını çevirip başka yöne baktı. Güneş, içinde bulunduğu durumdan oldukça rahatsız olmuştu ama duygunlarını bastırmak konusunda ustaydı. Psişik yetenekleri sağ olsun ansızın gözlerinin önüne düşen haberci görüleri ve yahut insanlara temas ettiğinde onlara dair zihnine düşen görüntüleri sindirerek, ne gördüğünü belli etmemek bu yeteneğini pekiştirmişti.

Ciğerlerine çöken ağırlıktan gözleri dolsa da kahkahası onları gizledi. Parmak uçlarıyla akmalarına izin vermeden onları yakaladı. "Çok yerinde bir söz." diyen Selim elini kaldırarak odayı dolduran insan kalabalığını gösterdi. Akgün; "Fakat spestifik bir tespit."

Kısaca etrafa bir göz attığında, göz göze gelip ona kuşkuyla bakan yüzlerle karşılaştı. Dikkati birinden diğerine akarken onların isimlerini bilmediği halde her gün polis merkezinde görmekten aşina olduğu kişiler olduğunu gördü. Sayıları bir elin parmağını geçmeyecek kadar olsa da, varlıkları tüylerini diken diken etti.

Bedeninin etrafını saran görünmez güç dalgaları, karadelik misali gövdesinin içine çekildi. Karnında oluşan yoğunluktan rahatsız olarak yerinde kıpırdandı. Güneş henüz bilmese de, bedeninden taşıp Akgün'e sıçrayan enerjisi onu da çekiştiriyordu. Sadece enerjinin bazı sıçrayan damlalarını taşıyan Akgün, gövdesindeki çekiştirilme hissi yüzünden, aldığı nefes yetmiyormuş gibi hissediyordu. Güneş'in bununla nasıl başa çıktığını düşündü.

ÇİFT YILDIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin