Ufak bahçeye, geniş gövdeli ağacın dibine geri döndü. Dokunmaktan korkarak elindeki ateşi hala yanmakta olan çakmağı yere düşürdü. Çimenlerin arasına düşen metal kutunun alevi söndü.
Derin nefesler eşliğinde arkasındaki ağaca sırtını yasladı.
Güneş yapmış olduklarından ve yıpranmış ruhuyla girdiği anıdan emin değildi. Gerçek olmama ihtimali var mıydı? Yoksa tamamen en saf haliyle gerçek bir anıya mı dokunmuştu?
Bilinç altında saklanan duygulardan güç alarak, karanlık bilincinin ona oynadığı bir oyun muydu. Eğer düşündüğü gibi sahte bir görüyse içerisindeki gerçeklik paylarını ayıklaması gerekiyordu. Mekan ve zaman gibi.
En azından bir süreliğine paniğe kapılmamak için kendini bu düşünceye inandırmayı seçti. Akgün'e ait anının içinde görünmez bir gölgeydi. Gözlerle görülemezdi.
Elini dörtnala atan kalbinin üzerine koydu. Bir süre öyle kaldı. Bu mümkün müydü? Zihnindeki kapılardan geçerek açtığı odalar onu hapsedebilir miydi? Halinden anlayan birinin varlığına o kadar ihtiyaç duyuyordu ki...
Onu anlayabilecek birisi vardı. Taş duvarlar arasında kapalı bir ruh... Ona bu nesillerdir aktarılan yeteneği taşımış olan kişi; Babasıydı.
Geçmişin kötü anıları beraber olacakları geleceklerini takır tukur çukura düşürdü. Güneş onu anlayabilecek olan tek insana, gururu yüzünden değil; yitip giden annesine ihanet etmekten kaçındığı için gitmiyordu.
Bir ihtimal, ona gitmeyi düşündü. Bir zamanlar her şeyin sahibi olan adama. Şimdi ise ruhu dışında hiç bir varlığı kalmamış olan o küçük hücredeki adama.
Başını sallayarak bu düşünceden kurtulmak istedi. Ananenesinin varlığını hatırlayarak yalnızlığını avuttu.
Kendini toparladıktan sonra yerdeki çakmağı alıp çantaya attı. Gidip Yusuf'u bulmalı, iyi olduğundan emin olduktan sonra yola koyulmalıydı. Düşüncelerinin onu boğmasına izin vermemliydi. Gereğinden fazla düşünce zihnini ve zihninin yansımalarını bulandırırdı. Kendini korumalıydı. Herkesten. Özellikle de kendi zihninden.
Aklında kalan tabelaları ve mekan isimlerini takip ederek Akgün'ün nerede olduğunu bulmalıydı. Fakat bu sefer onu uyarmak veya korumak için değil. Kötülüğün peşine düşmek için. Yusuf'u yaralayan ateşin kaynağına inebilmek için.
Güneş geldiği yönü takip ederek kocaman kırmızı yazılarla yazılmış acil binasına girdi. Ortalık sakinleşmiş olsa da hala kalabalıktı.
İnsanlar bekleme salonlarındaki koltuklara tünemişlerdi. Her yerde polis merkezinden olduğunu belli eden üniformalı polisler vardı. Bir kaç tanıdık yüz görse de yanlarına uğramadan gözleriyle etrafı taradı.
"Güneş! Burda mıydın?"
Tarık komiserin sesiyle arkasını döndü; "Abi..." diyebildi. Tarık komiser onu hiçliğin ortasında bulunan baraka gibi kucakladı. İsle karışık kokusu burnunu doldurdu.
"İyisin değil mi? Bir şeyin yok?"
Tarık komiserin babacan sarılışı karşısında kasları gevşedi. Ellerini onun sırtına yaskayarak cevap verdi; "İyiyim abi, iyiyim. Yusuf sağolsun."
Sıkıntılı bir nefes veren Tarık, cevap olarak sırtını sıvazlamakla yetindi.
Birbirlerinden ayrıldıklarında; "Bir şey öğrenebildin mi? Kimseden bilgi alamadım abi." Tarık komiserin kendi içinde keder ve üzüntüye boğulduğunu bilse de duruşu ve ses tonu artık derisine yapışan çelik zırhından farksızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇİFT YILDIZ
Teen FictionSuç psikiyatristi olan Güneş Günebakan, psişik yeteneklerini kullanarak polise destek vermektedir. Amacı şehri altüst eden yasadışı uyuşturucu dağıtan büyük suç şebekesini çökertmektir ve görevi hiç de kolay değildir. Aşılması gereken basamakları ö...