Bölüm 29

249 25 7
                                    

Aslına bakarsanız, düşündüğüm kadar geri planda biri değildim. Hayatım boyunca bu konuda hep kendime baskı kurmuştum.

Lise de özellikle kendimi, kendi hayatımın ana karakteri gibi hissedemezdim. Çünkü insanlar beni 'Seungmin' olarak bilmezlerdi. 'Jeongin'in yanındaki çocuk', 'Felix'in arkadaşı', 'Jisung'la konuşan kumral çocuk' gibi tabirler ulaşırdı kulağıma. Pek bir esprisi olmayan o yan karakterdim.

Benimle eğlenmek alışa gelmiş şekillerde olmazdı. İçmeyi sevmezdim mesela. Kontrolü kaybetmek hoşuma giden bir durum değildi. Ya da gece geç saatlere kadar ders çalışmak dışında durmayı tercih etmezdim. Dışarıda olmaktansa evde olmayı tercih ederdim. Aksiyon-bilim kurgu yerine romantik komediler hoşuma giderdi.

Öz güven problemleri çekmedim ya da utangaç bir çocuk olmadım. Ancak ne kadar çabalarsam çabalayayım insanlar beni fark etmezdi. Hayalet gibi bir köşe de durur, izlerdim. İnsanları, davranışlarını, konuşurken kullandıkları kelimeleri, bir sonraki adımı düşünmeden aldıkları kararları... İnceler ve yeri geldiğinde anlam vermezdim.

Nasıl bu kadar vurdum duymaz olabilirlerdi?

Biri sizi sevmediğinde bunu en ufak bakışından bile anlayabilirdiniz. Ama bunu göz ardı edip zorlayan insanları anlayamazdım. Görmüyor olamazlardı.

Ya da onca yardım elini itip dibi boylamak için çaba veren insanları da anlayamazdım. Çevresindeki insanlar onun için çırpınırken o hareketsizlik, bencillik gelirdi bana.


Chan Hyung:

O zaman yarattığın çıkış yolunu bulmama izin ver

Artık bu karanlığa dayanamıyorum


Kayıt odasındaki konuşmamızın akşamına telefonuma gelen mesaj buydu. Beni duraklatacak, anlamsız bir şekilde ağlatacak bir mesajdı.

Ve aslında ne o sevgisizliği fark etmemekti insanların yaptığı ne de bencillikti. İntihardan farksızdı, bunun tümüyle farkındaydılar. Ama yapacak başka bir şeyleri olmadığını, 'karanlığın' içinde kaybolduklarını, oradan çıkamayacaklarını düşünürlerdi. Bu yüzden de kendi tabirimle vurdum duymaz davranırlardı.

Ancak bu vurdum duymaz herifin gözlerini açmak o gece attığı mesajla vazife haline gelmişti bende.

"Selam..."

"Selam, çok güzel görünüyorsun." Kızaran yanaklarımla bakışlarımı yere indirdim ve gülümsedim.

"Teşekkür ederim, sen de öyle."

Günlerce mesajlaşmış, kampüste birbirimize selam verip ayak üstü konuşmuştuk. Ancak şu an ilk defa bir randevuya çıkacaktık.

Ve Tanrım...

Heyecandan ölmek üzereydim. Kimse bana bunun bu kadar stresli bir şey olduğunu söylememişti.

Tabii ki Felix'den birkaç taktik almıştım. Kendi bildiklerini bana satarken ağabeyimi oyalamak işini de üstlenmişti.

"Gerçekten mi? Adı ne peki?" diye sordum heyecanla.

"Berry." Telefonundan bana resmini gösterdiği köpeği o kadar tatlıydı ki. Oturduğumuz bu parkta sadece bizim kıkırtılarımız ve tatlı muhabbetimiz yankılanıyordu.

Aslına bakarsanız bu parka gelmemizin özel bir sebebi vardı. Onun söylemesine göre beni ilk defa burada görmüştü.

Yaklaşık bir buçuk sene önce, üniversitenin ilk günlerinde, bizimkilerle buraya gelmiştim. Hepimizin üniversite heyecanı burada oturduğumuz masada birleşmiş gece yarısına kadar sohbet etmiştik. Ağabey'im de Chan'la birlikte bizim evdeydi. O ikisi yeni yeni tanışıyor, birlikte çalışmaya karar veriyorlardı.

verbatim // hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin