Bölüm 11

547 73 58
                                    

Ağlıyor...

Herkes ağlıyor.

Neden? Onun cennete gittiğini söylemişlerdi. Ama şimdi ağlıyorlardı.

"O iyi biriydi, Hyunjin. Tanrı iyi insanları yanına alır."

Ölüm, şimdi gerçekten ölümle yüzleşiyorum. Daha çok küçük olmama rağmen ölümle yüzleşiyorum. Tüm bedenimi sarıp sarmalayan bu ölüm korkusu karşımdaki tabutun toprağın derinine gömülmesiyle daha çok içine çekiyor beni. Mahvediyor, adım atamayacak hale getiriyor.

Yıllarca saklıyordum bu yok edilemeyen duyguyu.

Her okula gideceğim zaman gözlerim annem ve kız kardeşime ilişiyor, içim içimi kemiriyordu. Belki de okula gitmemeliydim, onların yanında kalmalıydım. Başlarına bir şey gelebilirdi. Onları son görüşüm olabilirdi. Ya da servise binmemeliydim. Kaza yapabilirdim. Peki ya yürüyerek gitsem? Bir araba çarpabilir, yüksek binadan düşen kiremit başımda binlerce parçaya ayrılabilirdi.

Ölebilirdim.

Ölürsem ne olacaktı? Kız kardeşim ve annem bir acıyı daha taşıyamazlardı yüreklerinde. Onların yanında olmalıydım. Ölmemeliydim.

Nasıl olacaktı ki o? Yüzyıllardır insanların araştırdığı o ölümsüzlük iksirini mi bulmam lazımdı? İçimdeki bu dehşet korkuyu anca o şekilde mi dindirebilirdim?

Küçüklüğümden beri, yaşım ilerledikçe çığrından çıkıyordu. Her adımım ölüme giden bir yoldu sanki. Bu korku beni kontrol etmeye başladığında sahip olduğum arkadaşlıklar bir bir bırakmaya başladı beni. Sevdiğim insanların gidişini izlemek ölümün beni ele geçirdiği düşüncesi uyandırıyordu.

Her gece ağlıyordum. Yalnızlığıma ağlıyordum. Böylesine aciz olmama ağlıyorum. Aptal bir korkunun beni böylesine ele geçirmesine izin verdiğim için ağlıyordum.

Ağlamaktan nefes alamadığım bir gece annemin kapısını tıklattım. Böylesine kırmızı gözlerle görmeyi beklemiyordu beni, oyunculuğumu bırakmış ilk defa maskemi çıkartmıştım ona karşı.

Ne olduğunu sordu, cevap veremedim. Çünkü bir şey olduğu yoktu. Hiçbir şey olmamıştı. Sadece ben zihnimin oyunlarına kanacak kadar akıl sağlığı yerinde olmayan biriydim.

Okuldan dolayı mı böyle olduğumu sordu, hayır dedim. Sonra dudaklarım aralandı ve 'Yalnız hissediyorum.' dedim. Yaşlar bir bir firar etmişti gözlerimden. Bunu söylememi beklemiyordu. Tüm iş yorgunluğuna karşı bir de benim onun başını şişirmeme izin vermişti.

Neden? Baban olmadığı için mi, dedi çaresizce.

Cevap fazla basitti.

Hayır.

Çünkü o olsa da ben yine böyle hissedecekmişim gibi geliyordu. Ben yine her gece ağlayacaktım yalnızlığıma, yine deli gibi korkacaktım ölümden. Tanrı'nın bir cezasıydı, beni böyle olmaya mahkum etmişti.

Sonraki günlerde ise bir değişiklik sezmiştim.

Artık ağlayamıyordum.

Kalbim acıyordu, her defasında ağrılar giriyordu ona. Ama gözümden bir damla yaş bile düşmüyordu. Her şey peşi sıra ilerledi, öfkemi kaybettim. Heyecan duygusunun nasıl olduğunu unutmaya başladım. Gülmek için bir sebebim yoktu.

Yaşayan ölü.

Bana bunu demeye başladılar. İnsanlar tarafından takılan lakabımdı bu.

İşte sonunda başarmıştı, ölüm. O kazanmıştı.

verbatim // hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin