Bölüm 13

479 69 46
                                    

Çıplak ayakları soğuk zemindeydi, acı çektiğini hissetmiyordu. Sadece dona kalmıştı gördükleri karşısında, nefes bile alıyor muydu emin değildi.

Dokuz on yaşlarındaki bu esmer oğlanın gözleri, alevleri bir bir yansıtıyordu. Ne tombul yanaklarından akan yaşın farkındaydı ne de tir tir titrediğinin. Öylece izliyordu yuvasının yok oluşunu...

"Jeongin! Jeongin! Jeongin nerede?" Kulaklarına varan ses Seungmin'in sesiydi. Ancak algılayamıyordu.

Evime ne oldu?

Ailem, arkadaşlarım nerede?

Soruların hepsi zihninde geçip gidiyordu ancak hareket edemiyordu. Anın şokunu bir türlü atamıyordu üstünden.

"Gitti... Her şeyimiz gitti. Gözlerimin önünde küle dönüyor hepsi." Annesi hıçkırıklarını durduramayarak haykırıyordu. Kaldırıma çökmüş ve başını iki eline almış olan babası ise "Benim suçum, benim yüzümden." deyip duruyordu.

"Jeongin!" Seungmin bulduğu bedene anında kollarını sardı. "İyi misin? Hey!" Onu sarsıyordu ancak konuşmuyordu bile. O sürekli konuşurdu, sürekli gülerdi. Şimdi niye ağzını bıçak açmıyor ve ağlıyordu ki?

Oysa cevabı çok basitti.

Evlerinde bir anda çıkan yangın canlarını zor kurtaracak derecede onları sarsmıştı.

Ağabey'inin yanan omzundan dolayı gelen ambulans siren sesleri onu daha çok ürkütüyordu. Dudaklarından çıkmayan tek bir kelime ile ona sarılan arkadaşına karşılık verdi. Soğuk parmakları lacivert monta tutunduğunda yutkunamadığını fark etmişti.

Çevresi insanlarla sarılmıştı, mahallelerindeki çoğu insan sokaklarına akın etmişti. Aralarından bir kaçını tanıyordu. Felix, hıçkırıklarla ağlıyor ve annesinin kucağından inmiyordu. Changbin, kardeşinin koşarak evden çıkmasına karşı o da peşinden gelmişti. Gördükleri beklenmedikti.

Jisung ise kollarındaki yaralarla gittikçe büyüyen alevlerin önündeki arkadaşına bakıyordu. Her zaman oyuncaklarını, giydiklerini, varlığını kıskandığı arkadaşına bakıyordu. Ancak bu bakışları bir kez daha pişmanlık olarak yansımıştı içine. Çünkü Jeongin şu anda her şeyini kaybetmişti.

En sevdiği ayakkabılarını, sürekli çizim yaptığı defterini, arkadaşlarıyla oynadığı kutu oyunlarını, okuma kitaplarını, kıyafetlerini, duvarına astronot olma hayaliyle çizdiği roketi, sevmediği matematik kitaplarını bile kaybetmişti.

Jeongin, yuvasını kaybetmişti ve şu anda sadece kendisi vardı. Yalın ayak ve sarı pijamalarıyla karşısında dikiliyordu.

Ve o da onu kabul etmekte hiç tereddüt etmedi. Bunu fark etmişti. Jeongin'le arkadaş olan genelde eğlenceli olduğu, onu güldürdüğü ve varlığından dolayı arkadaş oluyordu. Ama o öyle değildi. Onu hiçbir şeyi olmasa bile kabul ediyordu.

Düzgün bağlayamadığı sargıları kolundan aşağıya doğru sarkarken arkadaşına sıkıca sarıldı.

"Jeongin-ah... Üzülme tamam mı? Biz sana yardım edeceğiz."

"Al ufaklık, donacaksın." Changbin, üstündeki montu çıkardı ve hala konuşmayan çocuğa giydirdi.

Yüzünde buz etkisi yaratan yaşlar arttığında sadece teşekkür etmek istemişti. Ancak ne kadar çabalasa da çıkmamıştı dudaklarından o sözcük. Onun yerine ömrü boyunca lanet okuyacağı ve peşini asla bırakmayacağı biri konuşmuştu.

"Her şeyini kaybettin Jeongin. Hepsi senin suçun."

Kan ter içinde uyanmıştım. Şakaklarımdan boncuk boncuk terler damlıyor, bir anda açtığım gözlerimden giren ışık canımı acıtıyordu. Hızlı aldığım nefesler de ciğerlerimi acıtmaktan başka bir şey yapmıyordu.

verbatim // hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin