jungkook
yaklaşık on beş dakikadır yoldaydık ve ben nereye gittiğimizi dahi bilmiyor, yalnızca açık penceremden saçlarıma sızan rüzgarın tadını çıkarıyordum.
"üşüteceksin," dediğinde kollarımı camdan çektim ve koltuğumda geriye yaslandım.
"of, ne zaman geleceğiz?" diyerek sızlandığımda "az kaldı." cevabını almam uzun sürmemişti.
"her seferinde böyle diyorsun."
"sen de hiç bekleyemiyorsun. yoksa.." gözlerini birkaç saniyeliğine yoldan ayırıp bana döndü. "bu kadar mı sabırsızsın?"
dudaklarındaki çapkın gülüş kalbimi yoklarken tek yaptığım kaşlarımı çatmak olmuştu. benimle uğraşmaya sahiden bayılıyordu. "döveceğim seni."
"aynen bebeğim, ondan."
dudaklarından son zamanlarda sıklıkla duyduğum kelimeyle birlikte derin bir soluk aldım. her defasında nasıl bu kadar heyecanlandırabiliyordu bilmiyordum, tek bildiğim onun bebeği olduğumu söylemesinin felaket hoşuma gittiğiydi.
heyecanla dudaklarımı yaladım ve ona doğru kaçamak bir bakış attım. taptığım elleri direksiyonu sıkıca kavrıyor, onunla ustalıkla oynuyordu. saçlarını dağınık bırakmış, bileğine en sevdiği saatini takmıştı. üzerine geçirdiği siyah tişörtü esmer, yapılı kollarını gözüme sokarken; bacaklarımı birbirine bastırma isteği duymuştum. evet, buna bile yükselecek kadar delirmiş durumdaydım. ne kadar güçlü olduğunu düşündükçe nefeslerimin hızlanmasına engel olamıyordum. bir de buluşmadan bir saat önce mesajda bana söyledikleri vardı tabii..
düşüncelerimi dağıtmak istediğimden yeniden önüme döndüm ve iki saattir repeatte çalan şarkıyı mırıldanmaya başladım. bunun üzerine taehyung, aynı şarkıyı defalarca kez dinlediğimizi yeni fark etmişçesine telefonunu uzatmış, "sıkıldım bu şarkıdan, everyday açsana." demişti.
"everyday mi? tamam, bekle."
telefonu alıp şarkıyı açtım. ariana'nın tanıdık sesi tüm arabanın içinde yankılandığında taehyung hafifçe uzanıp radyonun sesini neredeyse sonuna kadar açmış, dudaklarında piç bir sırıtışla arkasına yaslanmıştı.
bir yandan başını sallayarak ritme ayak uyduruyor bir yandan da arada bir bana bakıyordu.
şarkının nakarata kısmına yaklaştığımızda hız göstergesindeki ibrenin gittikçe hızlanmaya başladığını fark etmemle hızla ona döndüm.
"hayır taehyung."
"ne ya?"
"sakın-"
şarkının nakaratı gelir gelmez neredeyse son sürat gaza basmasıyla sözüm kesilmiş, sırtım koltuğuma yapışmıştı. öyle hızlı sürüyordu ki kalbim yüz seksende atıyor, bedenimde dolaşan adrenalin hormonunu her noktamda hissedebiliyordum.
"sikeyim seni," diye bağırdım camımdan içeri sızan rüzgar saçlarımı birbirine dolaştırıp yüzüme yüzüme çarparken. "yavaşla!"
yüzünde bu durumdan aşırı keyif aldığını belli eden bir ifadeyle "seni duyamıyorum!" diyerek karşılık verdi daha da hızlanarak. şimdi neredeyse yanından geçtiğimiz şeyleri bile seçemeyeceğim kadar hızlıydık ve asfalta sürten tekerlerin sesini duyabiliyordum.
"taehyung!" nefeslerim iyiden iyiye düzensizleşirken yola baktıkça göğsüm daha da sıkışıyor, bacaklarım alışkın olmadığım duyguyla tir tir titriyordu.
"ne?"
zorlukla öne doğru uzandım ve müziği kıstım. müziği kısmamla ayağını yavaşça gazdan çekmiş, rahat bir tavırla gülerek bana dönmüştü. "ne oldu jungkook ya?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
pillow talk
Fanfictionand i found love where it wasn't supposed to be, right in front of me fwb texting / düzyazı slowburn⚠️