❝Efsaneye göre kaderini terk edenlerin bütün anları küle döner, küle döndüğü yerde ise kader çiçeği açarmış. Öyle ki bu çiçek sonsuza dek, kaderini terk eden ruhun kaderini taşımakla cezalandırılmış. Kırmızı kaderleri göğe yükselen bu ruhların yaşam...
Ruh güncellemesi: Kendini yorgun ama heyecanlı hissediyor. ^^
Lütfen oy ve yorumlarınızla hikayemizi parlatalım, hak edeceği güzel bir yere taşıyalım. 🤍
Ruh Kaderi'nde hava genellikle aşağıdaki gibi... 🎈🌆
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
6.BÖLÜM
'YEDİ ÖLÜMCÜL GÜNAHA TAPMA VE ŞEYTANLA ANLAŞMA'
Yaşananlar ve yaşanacaklar arasındaki boşlukları dolduran kaderin ta kendisiydi. Yollar dolambaçlıydı, karmaşıktı ve bazense çok acıtıcıydı. Elimdeki senaryoyla koltuğa çöküp kaldığımda bakışlarımı satırlardan bir türlü çekememiştim. Bir şeyler vardı; insanın ruhunda oyuklar açıp onları kendi seçimleriyle dolduran.
Yaşam, insanın kendine sorduğu her bir sorunun kendi içinde cevaplanması zor ve bir o kadar da imkansız cevaplarıyla baş başa kaldığı bir andı. Senaryoyu ortadaki geniş, oval, cam sehpanın üstüne yavaşça bırakırken içimi basan sıkıntıyla elimi göğsümün ortasına bastırarak ayağa kalkıp cama doğru ilerledim. Kar taneleri gökyüzünden hiç acelesi yokmuşçasına usul usul süzülüyorlardı. Gök uzun zamandır kızıldı. Kollarımı göğsümün üzerinde çaprazlayarak bağlarken göğün kalbinden dökülen bu beyaz taneciklerin yeryüzüne düştüğünde yaşadığı hayal kırıklığını düşündüm.
Kardan nefret ederdim.
Bu düşüncenin ne zaman oluştuğunu tam olarak hatırlamıyordum ama kar yağan gecelerde hep huzursuzlukla dolardım. Sanırım bunda babamın ne zaman kar yağsa daha fazla çalışmasının da etkisi vardı. Acil tıp teknisyeniydi. Kışın buzlanmadan dolayı eksik olmayan trafik kazalarında hep ön sahalarda olurdu. Dudaklarımı sıkıntıyla birbirine bastırmışken başımı hafif eğerek gökyüzünü tam net görmeye çalıştım. Bu sırada zihnime bir gölge gibi düşen bir anıyla yüzüm buruştu. Tıpkı bugün o yaşlı adam avucuma çiçeği koyduğunda zihnime düşen görüntü gibiydi, kar yağıyordu; evet buydu. Kar taneleri tıpkı şimdiki gibi usul usul yere dökülüyordu ama sadece bu kadardı. Neredeydim, ne yapıyordum, kimleydim hiçbiri yoktu....sadece kar yağıyordu. Garip bir his karnımı ağrıttığında kollarımı istemsizce çözerek karnıma sarmamla elim yarama gitti. Fiziksel olarak hiçbir acı vermiyordu ama ruhsal olarak içimi burkan bir şeyler vardı.
Elimi karnımdan çekerek arkamı dönüp krem rengi, L koltuğun üstünde yatan Riva'nın üstündeki battaniyeyi kontrol ettikten sonra yavaş adımlarla hemen karşısındaki tekli pudra rengi koltuğa oturdum. Huzursuz hissediyordum. Bu hisle nasıl baş edebileceğim hakkında ise hiçbir fikrim yoktu. Sehpanın üstündeki telefonuma uzanarak koltuğa bacaklarımı kalçamın altına alarak oturdum ve galerime girerek son fotoğraflara baktım. Babamla en son doğum günümü kutlamıştık, biraz geç kalınmış bir doğum günü kutlaması olmuştu ve pek de uzun sürmeden yeniden acile dönmesi gerekmişti. O gecenin ertesi ise acilde hediyemi vermek istemişti, fakat Efgan'la buluşacağım için ona akşam geleceğimi söylemiştim. Oysa onu haberim bile yokken çoktan kaybetmiştim. Attığı fotoğraflara bakarken aklıma gelen düşünceyle birden ayağa kalkarak sessiz olmaya özen gösterip kapıya doğru yürüdüm. O gün almaya gidemediğim hediye acilde kalmış olmalıydı. Krem rengi, kaşe kabanımı hızla üzerime geçirerek çantamı koluma taktığım gibi evden çıktım.