2.

32 3 1
                                    


Zamanı Tanrı yaşar. İnsanoğlu hep ölmek için yaratılmış.

Orhun Anıtları


Ankara'nın havası da pek soğuktu. Yıllarım bu şehirde geçmesine rağmen hala soğuğuna alıştığımı söylersem yalan söylemiş olurdum.  Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz misali her yıl sonbaharda bu günleri hatırlar daha yaşayamadan üşümeye başlardım. Giyinmeyi de severdim. Kış günü incecik çorap giyerek etekle dolaşan kızlara ayrı bir hayran olurdum.  Benim pantolonumdan aşağı bir milim boşta kalsa tüm vücudum gece ayazı yemiş gibi titrerdim ama yine de süsümden geri kalmazdım.

Hani şu ten rengi gibi görünen kalın çoraplar vardı. İçinde ten rengi bir tayt üzerinde siyah bir çorap. Hıh onlardan giyer hem totomu üşütmez hem de şıklığımdan geri kalmazdım. 

İş hayatımla özel hayatım arasında uçurum olan iki yamaçtı. İşte ne kadar ciddiysem özel hayatımda o kadar anti ciddiydim. Çocuklarım hariç tabi, onlarlayken yeri geldiğinde güler yeri geldiğinde yaşlarına iner yeri geldiğinde ciddi olurdum.

Çocuklarım kırmızı çizgimdi.

Atkımın içine dolanan saçlarımı avuçlarımın içine alıp dışarıya bıraktım. Sonunda Özge'nin olduğu kafeye geldiğimde hala içimde bir miktar sinir olsa da bunu düşünmemeye çalışıyordum.  Medeniyetin göbeğinden medeniyetten uzak iki adamla karşılaşmayı da ancak ben başarabilirdim. Gerçi artık her yerde hıyar olduğu da yadsınamaz bir gerçekti.

İçeride duraksayıp masaları gözlerimle taradım. Cam kenarında en köşede oturan Özge'yi görünce önce adımlamaya başlayıp ardından karşısında arkası bana dönük iki erkeği görünce hareketimi durdurdum. Kaşlarım havalanmış masalarına doğru bakarken beni fark eden Özge elini kaldırıp gel gel anlamında köpek çağırır gibi beni yanına çağırmıştı.

Bir kuçu kuçu demediği eksin kalmıştı kızım. Geh geh de bari.

Ben baş başa olacağımızı zannederken iç çekip adımlarımı devam ettirdim. Özge'nin gözlerinin içinin parlamasına bakarsak şu meşhur yeni tanıştığı çocuk karşısındaydı. Benimle tanıştıracağından bahşetmişti ancak o günün bu gün olduğunu bilmiyordum.

Ben yaklaşınca Özge nazikçe ayağa kalkıp dudağını yalandan büzerek gülümsedi.  Narin narin adımlar atıp bana kollarını açtığında hayret etmeden edememiş ona uzaylı görmüş gibi bakarak tepkimi belli etmiştim.

"Hoş geldin..." Sesini olabildiğince inceltmiş ciyaklar gibi konuşurken "Hoş buldum." diye dişlerimi sıkarak karşılık verdim. Kollarımı ahtapot gibi sarıp hafifçe bilerek sıktım. "Yalnız olacağımızı sanıyordum Özge."

"Çaktırma, enişte adayın burada." diye fısıldadı kulağıma.

"Kaçıncı enişte adayım bu?" diye sorduğumda ayağıma geçirdiği sert bir tekme ile istemsizce inledim. Ama sessiz sessiz inledim. 

Nihayet kollarını gevşetip beni serbest bıraktığında pembeye boyadığı yüzüne birkaç saniye bön bön baktım. Özge, doğal takılmayı seven baya Haydar dayı gibi bir kızdı. Poposuna pantolon ya da eşofmandan başka bir şey taktığı görülmemişti. Beden eğitimi öğretmeni olmanın hakkını veriyordu. Neredeyse pazuları vardı. Sırtında kas olduğunu bile görmüştüm. Her şeyin aşırısına kaçar, etrafındaki insanların tepkilerini umursamazdı. Şimdi ise karşımda bir prenses edası ile süzülen pembe bir pıtırcık vardı.  Üstelik birde pembe etek giymişti. Görülmüş şey değildi.

ALMİLA | Saklı SırlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin